14 Mayıs 2014

bol ışıklı şehir

bir ezan sesiyle uyandık ikimiz de. sabahın beşinde bol ışıklı şehri seyrettik. biri çıksa da bir menkıbe falan anlatsa diye bekledik sanırım. orada öpmek istedim seni, ilk defa bir erkeği. biliyorum sen de öperdin beni. ama öpmedik. sabahın beşinde bol ışıklı şehri seyrettik. babalarımız kötüydü, sorun buydu. yirmi bir yaşında yorulmuş neferlerdik. eski bir hikayeydi bu, bilirsin sen de hayata erken yaşta yenik düşenler, her sanat dalının en sevdiği konudur. sahi, biz kaç seans gösteriliyorduk o meydandaki sinemada yahut hangi kitabın kaçıncı sayfasındaydık?

yarın bir arkadaşımızın kardeşi evlenecekti. hiçbir şey yokmuş gibi bağırarak oynayacaktık, yarın tüm ölüler bir araya gelip eğlecekti. yaşayanlar altına doyacaktı. caney caney işte meydan ey. ikimiz en neşeli olacaktık. rakı içecektik erkek gibi. erkek gibi vurgulu, erkek gibi ağır. o sıralar sen bir kadını seviyordun, kadın seni sevmiyordu. kimse sana kadının seni sevmediğini söyleyemiyordu. kadını camlardan izliyordun, canım modası geçmiş bir yeşilçam filmiydin. ama kimse sana söylemiyordu. bir ara rıhtımda ben söyleyecek oldum, bağıracaktım sana, kızacaktım, kadını yerden yere vuracaktım. öyle güzel bakıyordun ki, demirlemiş bir gemiye, yapamadım.

bizim oraları bilmezsin sen demiştin bir keresinde yine rıhtımda. ne çok giderdik oraya. incirlerden, şahika adlı komşunuzdan, çingenelerin sizin balkondan çaldığı koltuktan, gidilecek adamakıllı yalnızca bir çay bahçesi olduğudan, on yedi yaşındayken mektebe gittiğinden bahsetmiştin. rıhtımın herşeyi hüzünlü bir hale büründürme büyüsü vardı, senin mektep anın bile hüzüne bürünmüştü orada. sen, kadının sana söylediği ahlaksız sözü anlatırken dahi hüzünlenmiştik ikimiz de. pek ala neşeli bir anıydı oysa. bal damlasa ağzımızdan sirkeye dönüşüyordu rıhtımda.

rakı içiyorduk ama şarap en sahici sıvıydı bizim için. ucuzdu, mezesi yoktu, neşesi yoktu. şarap kardeşliği diye bir şey vardı hem. şarap içenler birbirlerine er ya da geç şarap ya da sigara verirdi. nadir abiyi nasıl tanırdık yoksa, o gece yanımıza gelip sarhoş türkçesiyle 'bir bardak da bana var mı dostlar' diyemeyişi olmasa. plastik bardağa hemen doldurmuştuk istihkakını. o da hemen sigarasını uzatmıştı. samsun. nadir abi de şarap kardeşliğindeki tüm üyeler gibi neresinden tutsan elinde kalacak bir hikaye ile oturmuştu aramıza. kocaman sakalının ardında tabiki bir kadın saklıydı. o gece anlattı durdu. çok sevince taa malatya'dan kalkıp gelmiş, kadının burda olduğundan bile emin değilmiş, birisi öyle söylemiş falan filan. ne yalan söyleyeyim nadir abi'nin tek derdi şarapmış gibi gelmişti bana, bu adamlar kadını meze yapardı çünkü şarabına, oysa ben sana en başında da söylemiştim, şarap mezesiz bir içkiydi.

o kadın hiç sevmemişti seni. bir zaman sonra sende unutmuştun zaten onu. içkinden anlaşılıyordu. tahmin edildiği gibi o düğünde en çok biz oynamıştık. ölü çifte en ucuzundan bir altın da biz takmıştık. nadir abi delikanlı adamdı, bir kaç defa daha gelmişti şarap istemeye, sonra utancından başkalarına dadanmışdı. bizi en çok o şehirde üzmüşlerdi, bizi en çok o şehirde öldürmüşlerdi. sahi hiç sormadım, sen o kadını niye sevdindi?

neyse canım, o sabah uyandık bir ezan sesiyle ikimiz de. sabahın beşinde bol ışılı şehri seyrettik. biri çıksa da bir fıkra anlatsın diye bekledik sanırım. orada öpmek istedim seni, ilk defa bir erkeği. biliyorum sen de öperdin beni. ama öpmedik. sabahın beşinde bol ışıklı şehri seyrettik.

fakat söylemem gereken bir şey var, rıhtım olduğu gibi yerli yerinde kalmıştı, bu tür hikayelerde çoğunlukla olduğu gibi belediye tarafından zalimce yıkılmamıştı.

1 yorum: