29 Ağustos 2010

?

'nefret' hangi yüzyıldan kalma bir kelime bize. hüzzam makamında sevgililer ayrılığın acımazlığında dinlenme tesisleri mi bulmuşlardır? orda çay kahve içip huzur mu bulurlar. mutlak bir sevdanın peşinden koşmak size şeker şerbeti tadında bir yaklaşım gibi mi gelmektedir?

birine aşık olmanın muazzam çekiciliği güç isteğinde mi yatar? aşk için hangi müdüriyetten yahut hangi kapitalden izin kağıtları çıkarıp, bunları nerede imzalatmalıdır birey? uzatmalarda atılan goller illa ki aynı anda hem hüzünlü hem de çoşkulu mu olmalıdır?

leyla mecnuna kısa mesaj çekmiş midir? babil kulesinden haberdar olan bir kadınla sevişmek çok mu zordur, hayatına giren adamların kulelerinden haberdar olan kadınlar neden babil kulesinden haberdar olmamakta diretmektedirler? izdüşüm dediğimiz şey, banyo zeminindeki seramiklere yansıyan saçların gölgesi midir? sürrealizm çaresi henüz bulunamamış bir hastalık mıdır?

sevdalar eşeyli mi ürer? damardan alınan uyuşturucuları hor gören kadınlar, nerelerinden hangi uyuşturucuyu almışlardır? susturucu kelimesi, kapitalin kucağında zıplarken ağza sarılan bandaj mıdır? bir aşkın sütdişlerinde duraklayıp bir sigara tüttürmek islami ahlaka uygun mudur?

hangi adamın neresinde süblimleşmek mübahtır? am yüz derecede kaynar mı? uzun mesafeden sertçe çekilen şutlar gibi şiirsel aşklar hep auta gitmek zorunda mıdır?

pişmanlık hangi medeniyetin kültürüdür? hangi coğrafya popüler kültürü pişmanlığa endekslemiştir? orospuluk kerhane çalışanı kadın manasında mıdır?..

ve zihnimdeki buhranlarla yaşamak neden bu kadar acı biber görünümü verir gözlerime. acımazlık moda mıdır? bir sigara yakımı geceler, nihavend makamında mı seslendirilir birinci tekil şahıslar tarafından?

not: yazıyorum amına koyim..

28 Ağustos 2010

love story

oysa sen bilmezsin
benim gözlerim
mavi mi siyah mı yeşil mi
çünkü sevgilim,
sen o gözlerde aradın durdun
kendi gözlerinin rengini.

13 Ağustos 2010

eclipse

son konuşmanda
bensiz de dünyanın güzel
olduğundan tut da
ben olmasam da
güneşin hep aynı yerden
doğduğuna kadar
vardırdığın sohbetlere
verecek cevabım yok

çünkü sevgilim, çünkü
sevdamız
kendi etrafında
dönme hızından
birhaberdi
başından beri...

kahperengi

bu depremler, bu yıldırımlar
yok edemez ki benim
kahverengi tonumu.
geceleri biteviye rüya görüyorsun
görüyorsun da çocuk
sabahları esrik havlıyorsun
nedense her şiire

o sersemler, bu kaldırımlar
bilemez ki benim
şiir tadında sarhoşluğumu
geceleri biteviye kadın seviyorsun
seviyorsun da çocuk
sabahları eksik kalıyorsun
o kadının bir yerine

bu rimeller, şu kirpikler çocuk
yok edemez
hiç bir kadının
kahperengi tonunu

hiç kanama

bu şiir intihar etmeli
yüksek bir binanın tepesinden atlayarak

bıçak kullanmamalı ama
kesmemeli kelimeleri
dizelerini olur olmaz yerlerinden delmemeli

bu şiir intihar etmeli
tamam ama
mesela zehir içmemeli
midesi yıkanmamalı

örneğin kafasına namlu dayamamalı
beyni seramiklere geometrik
şekiller çizmemeli

bu şiir bir binanın tepesinden atlamalı
bırakınca kendini 
ve mutlaka yere çarpmadan evvel
yeni şiirlere gebe kalmalı.

bu şiir hiç kanama geçirmemeli
ve bu intihar sebebiyle
bu şehir adet sancısı çekmemeli..

desert eagle

kirpiklerinde kaç gam yükü?
kaç sevdanın vitesini boşa almış olmanın umursamazlığı?

kaç günlük ayrılıklarda ya da belki
kaç içki şişesinin bitikliğinde
kendine saltanat kurar örümcek ağları?

ne bir sembol sevdan var,
ne bir metafordan dem vuracak takatin

sen hangi yüzyıldan çıkıp geldin
işkencecisine gülümseyen adamların
sefa süren geçmişine?

ne bir şiir söyleme telaşın var
ne kendinden vazgeçecek sadakatin

sen hala düzlüklerin keyfini kaçıran,
huzursuz bir sarhoş mu sanıyorsun
şu görkemli dağları?

ne bir kavgan var sevgilim
ne kavga edecek nezaketin

kirpiklerin var uzun
ellerin var beyaz
parmakların var sonra..
onlar hatırlatır zaten bana
örümceklerin kurduğu saltanatı

09 Ağustos 2010

Never Mind

karanlıkta,
parlamaya başlayınca ateşin ucu
aşklar kimseye iltimas geçmeyecektir.

yorulacaksındır,
belki de bu sağanak kelimelerden.
çünkü parlamentolar
dolup dolup taşacaktır,
hayat üstünkörü bir biçimde
ölüp ölüp
dirilmiş kadınların
ellerindeki aynaya yansıyacaktır.

çünkü aşklar kimseye iltimas geçmeyecektir.

bir-iki acı sigaradan sonra,
sözcüklerin paslanmaya başlayacaktır.
ve 'tetanos' kelimesi,
bir balkondan baş aşağı sarkarcasına
içli bir fiile uzaktan uzaktan göz kırpacaktır.

çünkü, gideceğin yerlere otobüsler geçmeyecektir..

03 Ağustos 2010

nestor

sen bana ne güzel yalanlar söylüyorsun nestor!
iliklerimi iliklemeyi unuttum ben, son intiharımda
damarlar şarkı söyleyemez nestor!
tüm hakları saklı tutulur musikinin overdose'da.. 

sen bana ne güzel yalanlar söylüyorsun nestor!
üç silahşörden ikisini becerdiğim gecelerde
içimi öyle rahatlatıyorsun ki nestor!
vallahi, yemin olsun inanacağım şimdi peygamberlerine. 

sen bana hep yalanlar söylüyorsun nestor!
istemeden bir bilinmezi örttüğünü söyleyeceğim herkese. 
formüllerin çokta sikimde değil nestor! 
yalanların doğruya dönüşecek ne olsa yetişkinliğinde. 

hain sorular sormazsan, unutma nestor, 
kahpe yalanlar da duymazsın.

raskolnikov

hayır, ben kimseyi öldürmedim. öldüremedim. 

daha en başından kafama koymuştum halbuki. büyüyünce raskolnikov olacaktım. henüz ilkokul sıralarını aşındırırken önüme gelen beyaz kağıtlara raskolnikov olmak üzerine, derinlikli kompozisyonlar yazacaktım. artık bu saatten sonra gregor samsa olmak kurtarmazdı durumu, jean valjean olmak kurtarmazdı. gözümü yükseklere dikmiştim. 

oysa yıllar sonra anlayacaktım ki, bende kimseyi öldürme cesareti yoktu. öldüremiyordum. bırakın kimseye yararı dokunmayan yaşlı bir tefeci kadını öldürmeyi, bırakın evrensel ahlak yasalarını, ben olabildiğince korkak yetiştirmiştim ellerimi. 

hayatta bir raskolnikov olamadıktan sonra, bu hayatı yaşamanın mantığı ne olabilirdi? bir yerde hayatını tekdüze devam ettiren bir memur olmaktan evla değil miydi, bir romanın ölümsüzlüğünde kendine yer bulmak. insanlar bu farkı anlayamıyorlar mıydı? neden ben raskolnikov olmak gayesi güdüyordum, hiç bilmediğim hayatların ardı arkası kesilmeyen kahkahalarının nefes aralarında. 


gecikmiştim. üçüncü tekil şahıslardan sarkmıştım aşağı katlara. naylon torba ümitler biriktirmiş, sürreal hastalıklar yaşamıştım. raskolnikov olma sınavlarını yıllarca üstüste kazanamamış, üniversitelerin raskolnikov bölümlerine yerleşememiştim. cinayetin hesaplanabilir tüm yönlerini ezbere öğrenememiş, çıtkırıldım adamlara edebi sohbetler anlatmıştım. yaşamanın ölmekle eşdeğer olduğunu anlamamış, aldığım her nefesin beni tahtıma bir adım daha yaklaştırdığını idrak edememiştim. hayır, ben kimseyi öldürememiştim. 


neden sonra, içimden geçen yolların kavşak noktalarına orospu çocukluğu yapacak, şantajcı, rüşvetçi polisler yerleştirerek, içimdeki yolsuzluklara davetiye çıkartabilmiştim. küllerinden doğan her insana bir gün kül olacağını hatırlatmıştım. yüzümde esrik bir gülümsemeyle, hüzün kelimesinin sakallı bir sarhoştan başka hiçbir bünyede vücut bulamayacağını belirtmek istemiştim. 

seviştiğim kadınların reklam aralarında sigara yaktığım bir gün şunu anlamıştım ki; hayır, ben raskolnikov olamazdım. ben kimseyi öldüremiyordum.. 

üflerken o kadının memelerine dumanı, boşluklarımdaki üzünç hallerini, kasıklarımdaki ağrıları, en gizli, en mahrem alfabeleri, şunu anlamıştım; 

ben ancak, kapnın ardındaki, ölümünden birhaber yaşlı tefeci kadındım.. usturanın ucunda adımlar atıp, yanımdakilere usturanın yerini soran sakallı bir sarhoştum. bir romanın kayıp sayfalarıydım, üçüncü sınıf sokak aralarında, yaktığı sigaraları kadınlarının avuçlarında söndürmeyi adet edinmiş, karaktersiz bir roman karakteriydim..