30 Haziran 2010

Aramis

ben güneşli ya da sisli havalarda
içime aldığımdan dumanı kaygısız,
zaman zaman ahşap evlerin
önünden geçerken,
yalnızca ruhum değil,
kalbim de sıkışıyor..

sen yağmurlu ya da puslu havalarda
içine aldığından her nefesi saygısız,
zaman zaman betonarme hayatların
önünde domalırken,
yalnızca bedenin değil,
kalbin de sikişiyor..

Porthos

hiçbir kadının rahminde
Schopenhauer yatmıyor artık,
o yüzden insan olur olmadık yerlerde
kendini Nietzsche sanmamalı...

29 Haziran 2010

Athos

eğer hayatın anlamını arıyorsan,
buzdolabına bak dedi..

kapağı açtığımda;
ağzına Marlboro tutuşturulmuş
bir cesetle karşılaştım...

28 Haziran 2010

Örümceğin Bacakları

ikimizde biraz sorumluyuz
bu tekdüze requiem'den
ancak senin yeni traşlanmış bacakların
her daim bir iktidar devirmeye hazır

oysa sigaramı tutuşturan
siyah ojeli parmakların,
bensiz gecelerde,
hangi ruhsuz pezevengin hatırasında
yer bulmuştur kendine..

yine de her sevişmende
ölümüne keskin bir usturanın
ucunda yürür gibi hissettiren
o pembemsi yumuşaklığın
her seferinde bir örümceğin
hangi bacağıyla devrime hazırlandığı
sorusunu düşürüyor aklıma.

sen hangi bacağınla bir bir devrime
hazırlanııyorsan bu şehrin
gürültülü sessizliğinde,
bunun sebebi kuvvetli ihtimallerin
benim içimden senin ağzına doğru
boşalmış olmasından..

çünkü her ritüelde,
ikimizinde sorumlu tutulduğu
basit uygulamalar var.

o yüzden her kuvvetli ihtimalin
ardından ardıma düşen
tekdüze requiem'ler
senin intikamından çok
kendi sikinin keyfini
problem boyutunda irdelemekte.

12 Haziran 2010

Jargon

her aşkın  bir jargonu
oluşuyor bu coğrafyada.

keşfedilmeyi bekleyen
değerli bir taş örneğin;
bacaklarının arasında
taşıdığın gizemli kapı.

ama sen buna rağmen
bir şiir kitabında bazen
bir dize, bazen bir dörtlük
olmaya razısın güzelim.

sevişmenin edebiyatı,
tutkuyla yanıp tutuşmanın
şiirselliği, ancak
gözükara bir şairin
bakış açısında dahil olur
bu tiyatroya.

örneğin o şair sırtını
öpmekten yorulduğunda
fısıldar kulaklarına;
yatağımda bir sürtüksen eğer sen
sorumlusu Arjantin'de Evita.

yani yankılanırken
topuk seslerin boş koridorlarda
o şair bilir ki;
bu tutku var oldukça
bekaret her gece yeniden
doğururken kendini,
zalimlik sadece
bir adamın sikinde bulur kimliğini.

her aşk kendi jargonunu
oluşturuyor bu coğrafyada.
kelimeler kendinden habersiz,
cümleler overdose'dan dolayı
iki yana yatırmışlar saçlarını.

buna rağmen, o şair
yetiştirmeye çalışırken
o cümleleri en yakın hastaneye,
diğer taraftan da
ağzında duran sigarayı
yakma gayretinde..

06 Haziran 2010

Postmodern Mektup

sana bu satırları bir sonbahar akşamının felç olmuş köşesinden* değil de, zihninde çok tuhaf olay vuku bulmuş bir adamın bilinç dışından yazıyorum.

bütün mektuplara kan bulaştırmak gibi bir adetim var, biliyorsun. adet olmuş kadınların ruhlarına bulaşmamak gibi bir adetim var, biliyorsun. cümleleri özgür bırakmak gibi psikopatik davranışlarım, bir insanın diğeriyle konuşmasını oral sekse benzetmeye varan ilginç metaforlarım var, biliyorsun.

cümlelerimin aralarına sıkışmak gayesinde olduğunu biliyorum, ancak bunu başarman imkansız gibi görünüyor. zira kelimelerle sıkı dostluklarım var. o kadar ki en az kullandıklarım dahi ne zaman arasam, ne zaman başım sıkışsa gelirler, zihnimde bir soluk alıp, çay-kahve içerler. o yüzden bu türden ucuz numaralara kalkışmamak senin yararına olur..

ve orospulaşmanın coğrafyası olmadığını, ancak izlenmesi gereken bir metodunun olduğunu biliyoruz ikimizde. ne var ki hepimizi kuşatan bu siyasi atmosferde, kimseyi kırmadan, kimseyi incitmeden, ne sevişme ne de savaşma imkanımız var. yalnızlığımız hala bizim sidikli kontesimiz mi?** elbette değil, sen yalnızlığını bir bir barın bodrum katında, tanımadığın adamların muazzam çekiciliğinde bırakırken, bende kendi yalnızlığımı ölü bir kadının, zengin dairesinin yatak odasında bıraktım.

sana bu postmodern mektubu, bilmem kaçıncı sokağın bilmem ne apartmanın bilmem kaç numaralı dairesinden yazıyorum. az önce bir cinayet işledim, o yüzden ellerim kanlı. bütün mektuplara kan bulaştırmak gibi bir adetim var, biliyorsun.

biliyorsun ki aşk maalesef bir kadının kalçalarında başlıyor. bunu uzun uzun konuşmuştuk seninle de, acaba demiştik bu düşünce, bizim hastalıklı fantezilerimizin bir ürünü mü? sonra uzun tartışmalar sonunda bunun evrensel bir yasa olduğunu kabul etmiştik ikimizde. lütfen sevgilim, daha az önce işlenmiş bir cinayetin ardından yazılmış bir mektupta konu bütünlüğü, paragraflar arası bağlantı arama. varsın cümleler vurucu olmasın, varsın bir katil olalım biz bu eski yasaların karşısında. bırakalım herşey düşeceği yere düşsün.

 ......


inanmazsın ama dün gece hiç bilmediğim bir şarkı söyledim. sözlerine vuruldum adeta. sonra korktum, sonra gülümsedim. gülümsedim çünkü, hiç kimse bilmediği bir şarkıyı, daha önce hiç duymadığı bir şarkıyı söyleyemez. bu ruh halinin, soğukkanlılıkla işlenmiş bir cinayete kapı açması çokta şaşılacak bir durum değil sanırım.

çünkü her sevişme küçük çapta bir savaştır aslında, biliyorsun.

cümlelerimin arasına sıkışmak gayesinde olduğunu biliyorum sevgilim, ancak bildiğin gibi kelimelerle stratejik ortaklıklarım var. o yüzden beni o boktan kelimelerinle tehdit etmeye kalkma bir sonraki mektubunda. biliyorsun psikopatik davranışlarım var. daha az önce işlenmiş bir cinayetin ardından yazılmış bir mektupta konu bütünlüğü, paragraflar arası bağlantı arama. aslında sevgilim, beni bir daha arama.

ve sevgilim ellerim kanlı, o yüzden her mektuba bulaştırırım biraz.

bu mektubu sana bir sonbahar akşamının felç olmuş köşesinden yazmalıydım. ancak az önce defalarca bıçak sapladığım bedeninin bulunduğu odadaki küçük masada yazmak zorunda kaldım maalesef.

bu satırları, hatta en sevdiğim kelimeleri delicesine akan kanlarının arasına bırakıp, çıkıyorum.

lütfen sevgilim lütfen, daha az önce işlenmiş bir cinayetin ardından yazılmış bir mektupta konu bütünlüğü, paragraflar arası bağlantı arama. aslında sevgilim, beni bir daha arama.

bilirsin kelimelere şantajlar yapmışlığım, çoğunu haraçlara bağlamışlığım vardır.

öldüğün için hüzünlenme sevgilim. en nihayetinde senin aşk aşk deyip yanıp tutuştuğun, uğruna ölürüm dediğin şey sadece bir fantazma.


  *Onur Şenli'nin Agora Meyhanesi şiirinden.
**Can Yücel'in Sevgi Duvarı şiirinden.

05 Haziran 2010

hayat?

"Hayat asla sahnelenemeyecek bir oyunun sonsuz tekrarından ibaret."

Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain

Orospu

ah sen benim süpersonik kabusum,
platonik orospum!
bilmez misin ki ben her kadehte
biraz daha kekeme
biraz daha pezevenk olurum.

ah sen benim platonik orospum!
bilmez misin ki
sen hayatı alırken kalçalarının arasından içine
ben usulca senin ayak izlerinde
kaybolurum...

04 Haziran 2010

iç ses

Umarım bir yerlerde bir kurtuluş vardır. Artık kırıntılarla yaşamak zor. Çünkü midemin ne kadar büyük olduğunun farkına vardım. Kendi küçük dünyamı tasvir edip duruyorum size ama bir türlü tamir edemiyorum. Umarım bir yardım eli bekleyişim, tembel yaşayışımın bir getirisi değildir. Yoksa köhne mekanların dumanaltı yalnızlığına itileceğim tanıdık eller tarafından. Aslında bende zaman zaman sizin gibi düşünüyorum. Kendimi ajite ettiğimi falan... Fakat yok başka çaresi bu yoksunluğun. 'Dır' 'dir'le biten cümleler tat vermiyor bana gecenin bu vakti. Sonunu tahmin edemediğim cümleler sayfaları süslemeliydi oysa. Ne zamandır bir düşünceyi sakız gibi çiğniyorum. Çizmelerimle kulak memesi kıvamına getirmeye çalışıyorum onu. Bu yüzden melankolik ruh durumlarımdan sıkılmışsınızdır. Ben, yeniden doğuşa inanmıyorum...


Korkularım aç bir insanın ekmek ihtiyacı. Bekleyişlerim, saydamlığımı arttıran aynalar gibi. Öğretilmiş çaresizlik bu. Yahut öğrenilmiş fedailik. Sonra aniden bir 'trak' sesi. Sonrasında ilk aklıma gelen bir silahın kendini aktive edememesi. Bu yüzden önemli tercih sırası. Bu yüzden soruyorlar bana ağlak ilham perileri; 'hayat kaçıncı şık' diye. Klasik sınavlardan nefret ediyorum ama çoktan seçmeli bir hayat ta kafa karışıklığımı çoğaltıyor. Hastalıklı bir içgüdüyle, yapamadıklarımı 'belki?' diyerek boş bırakmıyorum ve sonra bu sorumsuzluğum yüzünden hiç yerleşemiyorum mutluluk üniversitesine...

Aslında şu anda sınava çalışmam gerekiyor. Ama ben bunu yapmak yerine soğuk bir odanın rahatsız eden sessizliğinde 'hayatı anlayamamamın' üzerine ardarda yazılar yazıyorum. Sonra birileri bana gelip; 'saçmasapan' şeyler yapma diyor. Bende gözlerimi kaçırıp, tebessüm ekliyorum suratıma.

Biliyorum bana bildiğim herşeyi tanrı öğretti. Bu yüzden tutunuyorum uçurumlara inat, ağaç köklerine. Bu yüzden heybemden cümleler çıkarıyor, bu yüzden resimler saklıyorum kitap aralarında.

Umarım bir yerlerde bir kurtuluş vardır. Çünkü artık kırıntılarla yaşamak çok zor... Artık beni görünce ürkmesin güvercinler...

03 Haziran 2010

Çingene Sokağındaki Ev

sıkıştırdıysan, ve dayadıysan
bedenimi, çingene sokağındaki o,
ahşap evin dış duvarına, mutlaka ince ince
bir yağmur yağıyor olmalı...

ve eteğin mutlaka açıkta bırakmalı,
rahat durmayıp
kasıklarımı yoklayan,
pürüzsüz ve tacizkar bacağını..

her yanı saran o sonbaharın hüznüne aldırmadan
öpüyorsa yapış yapış bir ahlaksızlıkla
dudakların, dudaklarımı..
uzaklarda bir kadın bir adamı,
sonbaharın koynuna terkediyor olmalı...