23 Ağustos 2013

Hayatın Muhkem Mevkileri #3

ıslanan son sigaramı çakmakla kurutmuş, sonra uzanıp seni öpmüştüm. serin bir rüzgar esiyordu, deniz mutlaka tatlı tatlı dalgalar yolluyordu kıyıya. sesim bir hollywood yıldızından yalnızca o gece için devşirilmişti. sana güzel bir şeylerden bahsediyordum. tatlı bir gelecek hayalini, kırmızı koltuğuma kurulmuş bir biçimde elimi de arada bir alnıma götürerek sana bazen yoğun bazen damıtıp anlatıyordum. ne de rakkaseydi gece. bu gece sevişmemek hiç olmazdı. 

hiçbir şeyi mantık terazisinde tartmıyordum, misal az önce kalkıp önünde kısa bir serenad yapmıştım. şu elimdeki rakıyı misal müzeyyen senar edasıyla yudumlamaya çalışıyordum. anı güzelleştirmeye çalıştığım sanılabilir, oysa sadece an'a saygısızlık etmiyordum. bilenler bilir, yakışıklıydım. herhangi bir şeyi güzelleştirme ihtiyacım yoktu, sen de alabildiğine güzelliğinle uzanıyordun işte.bir yıldız selam durdu sana, ben aniden yerimden doğrulup tekmil verdim kişisel tarihimize. bu gece sevişmemek hiç olmazdı. 

evimi birden unutmuştum, biri bana adres soracak olsa seni gösterirdim. şu ince kaşlardan aşağı in, orda düzgün bir burun bulacaksın ama orda durma devam et, her daim ıslak dudakları görünce, 5 santim daha git orda uzun boynu yavaş geç, çünkü bu saatte mutlaka çevirme vardır, boyunu arkanda bıraktıktan sonra mutlak mutluluk ülkesine hoşgeldiniz yazılı bir tabela edasıyla salınan memelere varacasın, deyiverecektim. ama olmazdı, tabiki bu gece anatomi dersini bir edebiyatçı anlatacaktı.

hal böyleyken bu gece sevişmemek hiç olmazdı.


10 Ağustos 2013

Hayatın Muhkem Mevkileri #2

aramızdaki sehpada bir çakmak duruyor. birkaç bitik şişe. nasıl etmeli de anı halkçı bir çizgiye indirgemeli, nasıl etmeli de kimseyi incitmeden, şu yerdeki böceği bile, ikimizin ölüm tarihini de aynı parantez içine sığdırmalı. bir film mi takmalıyız şu film çalan alete. ama şöyle okkalı bir film. yoksa düpedüz 'iyi geceler' diyip, içeri geçip uzanmalı mı, bilemiyorum. 'kimse bilemez' dedin az önce düşüncelerimi okur gibi, endişelendim, ama sonra bambaşka bişeylerden bahsedince geçti. nasıl etmeli...

düşünce bir yerden sonra insana hakim olur diyesim var, demek böyle başlarmış bir gecenin tüm zamana yayılması, yüzyıllık geceler. yani diyorum ki, bir türkü mü dinlesek pink floyd mu, yani diyorum sevgilim mi diyeyim sevdiğim mi. aramızdaki sehpada bir çakmak duruyor, bir sigara mı yakmalı.

adın geliyor aklıma sonra, ha bu arada sana laf yetiştiriyorum, sanılmasın boğuluyorum, dünyanın içinde ve dünyaya dairim. şu sigara yakışıma baksanıza, hem nasıl da neşeli tutturdum dudağıma birden. hayat anlardan ibaretmiş şu yaşımda anladım. o zamanlar hayatın çok daha bütün, çok daha toplama bir şey olduğunu sanıyordum. adın geliyor aklıma sonra. adın zaten eski bir anıdan devşirilmiş.

sonra biliyorum ki her şey işte şu sehpada özetlenmiş. yani diyorum ki bir tablonun kenarındaki imza, böyle mi atılır, her şeyin ortasındaki, hikayenin göbeğindeki aslolan gerçek gibi. bir koca çınar hışırtısı gibi. bir kadının elişi çantası gibi. sonuçta herkes farklı bir satırın altını çizmez mi okuduğu romanda. işte bu sehpa, görünürdeki, apaçık aramızda olan, aramızda bir engel, aramızda bir bağlayıcı zincir halkası, aramızda bir öpüşlük mesafeyi angaryaya çevirecek küçük set, belki bir ayağım takılsa, devrilse şişeler, o zaman beraberce eğilip toplarken yerden cam kırıklarını, her şey bir anda yeşilçam olmayacak mı. o sehpayı kaldırıp atsak mı, yoksa müzelik bir eşya muamelesi mi hak ediyor. ben hem söylüyor hem düşünüyorum, sen söyleyeceklerini düşünüyorsun o sehpanın diğer tarafında, ötekileştik bilmeden, ötekileştik.

birden pencereye bakarak 'camlar buğulanmış' diyorum, 'hem sen artık gitsen iyi olacak.'

07 Ağustos 2013

Hayatın Muhkem Mevkileri #1

onu öptüm ve beni mutlu bir adam sandı. her şey eksikti, farkındaydım. bina eskiydi, banyo pisti ve musluk ya açılmıyor ya da açılınca kapanmak bilmiyordu. bir anlık öfke isimli gecelerde sertçe çarptığım kapılar sebebiyle istisnasız tüm kapı sahanlıklarında çatlaklar, kireci dökülmüş duvarlar vardı.

yaşamak hakkında bir kaç lakırdı oldu. o istanbul dedi ben sevmem dedim, ressamlar dedi hiç anlamam dedim, fatih istanbulu aldığında dedi gerisini dinlemedim, sevmek kelimesi dedi muğlak olabilir dedim. kurulmuş bir saat yanlış vakitte çaldı, kalktım onu susturdum.

evire çevire geceyi oynattık sonra yerinden. hem gece zaten mutlak bir şeydir ve bir kaldıraçla yerinden kolayca oynatılabilir. suskunluk güzel bir ülkeydi şimdi anlıyorum. susunca ihtimaller çoğalır çünkü. konuştukça çözülmez ki problemler, konuştukça artar aksine. sus dedim. sustu.

her şey yolunda gibiydi. gibiydi diyorum çünkü her şey yolunda olmaz, olsa olsa her şey yolunda gibi olur. bu hayata değil yanlış anlamayın, hayat fikrine bir saldırıydı. öpüşmemiz diyorum yaşanan iyi şeylere bir nevi başkaldırıydı. başkaldırı o dönemlerde hem siyasi hem erotik bir kelimeydi.

kucağıma aldım onu, yüzüne bakıp uzun uzun seyretmedim. gözlerinden de hiç bahsedecek değilim. belki teni hakkında bir şey söylemeliyim. teni sarıydı, iskandinav sarısı.

halıya biraz şarap döktü ama hemen affettim onu. öptüm ya birdenbire. o da beni birdenbire uzun boylu bir adam sanmış olacak ki ayak parmaklarının üzerinde yükseldi ve biraz üstten öptü beni.

ne de mutlu bir adamsın dedi en sonunda. sustum. susunca ihtimaller çoğalır çünkü.

04 Ağustos 2013

Hayat Çok Güzel

kırmızı bir otomobilin arka koltuğundaydım. markasını bilmiyordum. arabayı vedat kullanıyordu ve yollar boştu. maalesef az önce içkiyi fazla kaçırınca herkese seni özlediğimden bahsetmiştim. yanımda oturan birisi kelimeleri ağzında yuvarlaya yuvarlaya "hayat çok güzel" dedi. vedat araba kullandığı için kabataslak bir şeylerden bahsediyordu. bir iki kadın öpüşüyordu caddede. ben durum hala kontrolümdeymiş havası vermek için "yeterli benzinimiz var mı?" diye sordum. vedat dikiz aynasından beni onaylar bir bakış attı. midem bulanıyordu. kafamı kaldırdım ve camdan dışarı baktım. lambalar, akıp giden sokak lambaları...

işte bu şiirden başka bir şey değildi. ve hemen görünürdeki şarampol çok hoştu.