18 Ocak 2015

Kış İzlenimleri Üzerine Kış Notları

hatırlıyorum, o gün bir hayvanın daha nesli tükenmişti. arkadaşlar kağıt oynarken ben yandaki saldalyede çok okunmaktan yıpranmış bir gazete görmüş, hiç elime almadan, sırf gazetenin yüzünün bana dönük olması sebebiyle okumuştum bu haberi. kansere çare arayan bilim adamları, domatesin faydaları, bir avuç cevizin insan beyni üzerindeki etkisi, fenerbahçe'nin transfer politikası, kanayan ortadoğu, başbakanın geçen hafta verdiği demeç, piyasalardaki hareketlilik, karısını kıskanarak öldüren kirli yüzlü koca ilgilendirmiyordu beni. bir hayvanın daha nesli tükenmişti, aklım nedense bununla meşgul oluyordu. içim bulandı, masadan kalktım. 

yürüdüm. acılarımın saltanatını sürüyordum. şairler en ölümcül dizeleri yazıyorlardı o sıra, bir başka adam aşkından deliriyordu, öteki uzun bir yolculukta kulaklığından yayılan ezgilerle açılıyordu içindeki dünyaya. köpekler sigara izmaritlerini sevmiyordu, üniversiteli kızlar soğuk havalarda hemen üşürdü, aşka yakalanmış talihsiz genç adama bir bardak çay, kötü kahvaltı ve eninde sonunda bir sigara düşüyordu, hayatın ardında bir fon müziği çalmıyordu. başka bir yerde çirkin ritimlerle, ellerini ve vücutlarını sallayan birileri görülüyordu, bir kadın evlenmek istiyordu, ev eşyaları neden bu kadar pahalıydı. bir adamın alnı secdeye değiyordu habire, allah onu neden görmüyordu. marx allahsızın tekiydi, erenler horasandan dönüyordu. neyzen çaldıkça içim sızlıyordu, acılarımın saltanatını sürüyordum. ben yürürüm yane yane, aşk boyadı beni kane, içim sızlıyordu. nihayet dünyayı tek bir kareye sığdırmıştım. o gün bir hayvanın daha nesli tükenmişti.

tophane yokuşundan indim. daha kemal abi'nin ofisine gidecektim, yerleri silecektim, çayı demleyecektim, poğaça simit götürecektim. uzattım yolu, bizimkisi de böyle bir karşı duruştu işte. işe on dakika geç kalmak devrim sayılıyordu. çok sık yapılırsa darbe sayılıyordu. demokrasi çayın yanında iyi gidiyordu.

acılarımın saltanatını sürüyordum, nihayet dünyayı tek bir kareye sığdırmıştım, ben düşünürken bir hayvanın daha nesli tükenmişti. yağmur ormanlarını görmemiştim, amerikayı televizyonda görüyordum, kemal abi maaşımı geciktirmiyordu, yirmi yedi yaşındaydım.

03 Ocak 2015

Kısa Roman II

bir an kusacak oldum da sonra güç bela tuttum kendimi. güvertede herkes meşgul olduğu işi bırakmış, denizden az önce çıkarılmış olan cesede bakıyordu. ceset ancak denizde günlerce yüzdükten sonra bu görünümü almış olabilirdi. mürettebatın bazısı, ceset hakkında denizcilere özgü bir rahatlıkla espriler yapmaya başlamışlardı. içlerinde venedikli bir koloniden esir düşmüş olan ısrarcı bir italyan, beni de sürüklemek istedi oraya. neyse ki savuşturdum onu. küpeşteye tutunup, karımı, çocuklarımı ve evimi düşündüm. deniz, karanlık masallardan çıkmış bir canavar gibi geldikçe üzerime, bir an bu yolculuğun hiç bitmeyeceğini düşünüp kederlendim. 

küpeşteden alta eğilerek, benden çok rüzgarın içeceğini bildiğim sigaramı yaktım. sonsuz bir mavilikten çok, gece gibi karanlık denizin yüzeyini izlerken, denizcilerin neşe içerisinde az önce onları yeterince eğlendiren cesedi, denize atmak üzere olduklarını fark ettim.

kara gibi, deniz de kendi kanunları olan başka bir coğrafyaydı; ölüler gömülmezdi, canlılığını yitirmiş herhangi bir şeye hürmet edilmezdi, denizde her şey işe yararlılığı ile ölçülürdü. 

cesaretimi toplayıp, barbar denizcilerin seramonisini izledim. ceset denize bir zamanlar adı, mesleği, karısı ve çocukları olan bir varlık gibi değil, içi bir yığın malzemeyle dolu bir konteyner gibi düştü.