21 Eylül 2010

Murat

"90'lı yılların başı. soğuk günlerde anlam veremediğimiz bir kömür kokusu duyuyoruz. küçük şortlarımız, gömleklerimiz, pantolonlarımız var. henüz uzun uzadıya hayaller kurmuyoruz. problemler oyuncak boyutunda ortaya çıkıyor. madeni paraların verdiği mutluluğa hiçbir kağıt para, hiçbir tomar erişememiş. babamıza 'senin yüzünde saçlar var ama bende neden yok' diyerek aile efradında gülme efekti oluşturabiliyoruz. sıcak günlerde kelebekler artistik hareket peşindeler. bizim için oyun oynamak tanrısal bir hediye, muazzam bir zevk kaynağı. mahallemiz kalabalık. oyun oynamak için bolca arkadaşımız, yaşıtımız mevcut. bir iki yaşa yansıyan büyüklük ve küçüklükleri görmezden geliyoruz. 

işte bu atmosferle kuşatılan bir günde mutlak bir mutluluk içerisinde oynarken kamyonlarımız ve dozerlerimizle, yanımıza yaklaşıyor mahallemize yeni taşınan utangaç ama bir o kadarda aidiyet duygusuna hevesli murat.biz görmezden geliyoruz. yok olmaz diyoruz, sen gelme. diğerleri de iştirak ediyor bu söyleme.. murat duraksayan adımlarla kaldırım üzerinde yer alan beyaz taşa oturuyor, içli içli ama feryatsız ağlıyor. öyle olgun bir tavırla ağlıyor ki, murat'a edebi bir anlam yüklemek işten değil. 

annem tesadüfen yoldan geçerken murat'ı görüyor, yanına yaklaşıyor. murat sessiz, ne oldu diyor. bir mırıltı gibi itiraf ediyor anneme, acımasızlığımızı. annem beni usulca kenara çekiyor, arkadaşlarım uzakta bu çağrıya anlam atfetmeksizin oyunlarına devam ediyorlar. 

kulağıma asılıyor annem, öyle bir asılıyor ki, kulağımın kafatasımdan ayrılacağını hissettiriyor bir anlığına duyduğum sesler. annem asılıyor, ben acıyla kıvranıyorum. neredeyse ağlayacağım. kulağıma şiddetle asılan eline karşın, hiç de şiddet içermeyen tanrısal bir ifadeyle ağzından çıkıyor sözler, annemin gözleri şefkatli ama yüzünde gülümsemeden eser yok. muazzam bir ciddiyet. diyor ki o şefkatli sesiyle; oğlum, kimseye sırtını dönmeyeceksin!.

tekrarlıyor ellerini kulaklarımdan çekmeyen tanrım; anladın mı? kimseye sırtını dönmeyeceksin! anladım diyorum ve kulağımdan çekiyor elini, öyle muazzam bir acı, öylesine sıcak ki kulağım, anladım kelimesi ruhuma kazınıyor. 

murat'ı yanımıza alıyoruz, akşama kadar oynuyoruz. murat çok mutlu. gözlerindeki yaşların, dozeriyle kamyonuna kum doldurduğu adama pusula olacağından habersiz, alabildiğine gülümsüyor. murat'la çok iyi arkadaş oluyoruz, artık sürekli birbirimizin kamyonuna kum dolduruyoruz. murat ve ailesi bir buçuk sene sonra mahallemizden taşınıyorlar. bir daha onu göremiyorum."

yıllar geçti, büyüdüm. pantolonlarımın boyu uzadı, kelebekler'in bir gün yaşadığını öğrendim, üzüldüm. benim de suratımda babamınki gibi saçlar çıktı. babam öldü. madeni paraları dolmuş parası denkleştirmek için kullanmaya başladım. hayatımda ister istemez bir çok şey değişti, değişmek zorunda bırakıldı. 

arkadaşlarımı, sevgililerimi, sevdiğim kimseyi bırakamadım, terkedemedim, onlara sırtımı dönemedim. otobüse hep ben bindirdim onları, gittiğimi görmelerini istemedim. ayrılırken en son ben sarıldım, gitmelerini bekledim, yürüyüp uzaklaşmayı yediremedim kendime, bazen gizlice bir köşeden gidişlerini izledim. verdiğim söze saygısızlık olarak gördüm gitmeyi. bazen beni çok üzdüler, yine de tamam ulan dedim gel. affetmeyi intikam saydım.. giden sevgililerimi öldürdüm hep, içimde taciz ettim onları, tenhalarda sıkıştırdım tecavüz ettim, her yerlerinden bıçakladım, tecavüzcü coşkun oldum. içimdeki saraylara cesetlerini gömdüm, sonra o sarayları da üstlerine yıktım. ama aradıklarında 'nasılsın, senin için ne yapabilirim' cümlesini ikram ettim onlara. verdiğim söze sadık kalmalıydım. tanrım beni yargılardı sonra. kulaklarım acırdı. gitmeye karar verdiklerinde yanıma çağırdım onları dedim ki; kimseye sırtını dönmeyeceksin!. onlar murat'ı oyuna almadılar. 

oysa murat oyuna alınacak tek kişiydi belki de. sanatçı gibi bir hali vardı. o taşın üzerine oturup sessiz ağlayışı, diğerlerinden farklıydı. anneme derdini anlatmaması diğerlerinden farklıydı. o zamanlar hep çığırtkan ağlardı çocuklar.. ve murat bana, aydınlanmanın, kant'ın, voltaire'in öğretemediği bir çok şey öğretti o sessiz ağlamasıyla.. şimdi nerdedir, hangi şehrin karanlığında ne haldedir bilemiyorum. ona sarılıp sessiz sessiz ağlamak istediğimi biliyorum sadece. selam olsun sana, kısa pantolonlu, koca yürekli çocuk!.. nerelerdesin bilemem ama kalibimde evin sağlam, depremler yıkamaz.. 

anneme bakıyorum, o yoksul kadına, bana hayatta üniversitelerin öğretemediği ne çok şey öğretmiş.. sessizce ağlamayı, ve kimseye sırtımı dönmemeyi öğretmiş.. selam olsun sana da, takma dişli kadın!. 

ne zaman gitmeye kalksam bi yerden bi yere, birinden birine,  kulağım öyle bir sızlıyor ki, oturuyorum yerime. ve anlıyorum ki, ben aslında 'benden gidildikçe' güzelleşiyorum.

ve bazen yolda yürürken ellerim ceplerimde, düşünce bu hikaye zihnime bir de cümle düşüyor dilime; 

"O gün" diyorum "Annem benim tanrımsa, Murat kesinlikle peygamberimdi..."


2 yorum:

  1. Fenasın sen. Çok fena! "Tamam. Bu sefer yoracağım" diye okumaya başladığım hikayen de, hep ben yorularak bitiriyorum...

    YanıtlaSil
  2. Bunu nasıl beceriyorsun gerçekten anlamak çok güç ... Ama şu aşikar bizi hayalini kurduğun "o" an"lara götürebiliyorsun..

    YanıtlaSil