15 Eylül 2010

Dante's Inferno

şimdi ellerinde farklı farklı çiçeklerden bir demet, hemen bir alt sokaktaki çiçekçiye yaptırdığın çok belli. sorun değil. gözlerinde biraz şefkate çalan, biraz umut isteyen, birazda yapılan hatalardan dolayı af dileyen, pişmanlık örtüsüyle kaplanmış bir bakış var. dillerinde yeni öğrendiğin, beni etkilemek için belki de kitaplardan özenle seçtiğin cümleler var. bense kapıyı yarı uykulu açmıştım sana, ancak karşımda seni görünce apar topar savuşturdum uykusuzluğumu ve gözlerine diktim gözlerimi, utanarak, oysa utanması gereken sendin.. biraz gülümsesem boynuma atlayacak gibisin.. içeri alıyorum seni, soğuk konuşuyorum, çay mı? diyorum. 'evet' kelimesi bir mırıltı gibi çıkıyor ağzından. bunu beklemiyordun. hayır, bunu bilseydin gelmezdin hatta. ama şimdi öylece kalkıp gidemiyorsun, belki de bu yeni bir hata olabilir diyerek oturuyorsun olduğun koltuğa, mimlendin sanki, sanki isayı çarmıha çivileyen Romalılar, seni de o koltuğa çivilediler. böyle hissediyorsun..

ben mutfakta çay demlemekle meşgulum. mutfak pis. yerlerde bir iki böcek. zihin dünyam mutfaktan farksız. kafamın içinde böcekler dolaşıyor, ve şimdi de sen. neden geri geldin? ne getirmiş olabilir seni geriye, bu pis daireye? belki de bu evde yaşadığımız ayrıntıları hatırlamaya geldin diyorum kendi kendime, sonra hayır diyorum bu kadar basit olamaz. ve sonra anlıyorum ki, ilişkilerde biri diğeri için her zaman ayrıntıdır. anılara sadakatle bağlanırken kişiler, o anıların müsebbibini unutma eğilimi içindedirler. evet evet, tamam işte bu. bunu düşününce senden iğreniyorum. ama yine de çayına bir madde katmayacağım. bugün iyi uyandım.

yanına gelip çayını uzattığım anda hala tedirginsin. hala gözlerinde umut kırıntıları var. rahat harketlerle karşına geçiyorum, sehpanın üzerinden aldığım sigara paketinden çok yavaş hareketlerle bir sigara çıkarıyorum, sigara paketini sehpaya koyarken aynı yerden zippomu alıyor ve sigaramı tutuşturyorum. ve belki de ikimize dair bir çok şeyi de o an tutuşturuyorum. sen henüz farkında değilsin..

sigaramdan uzun bir nefes çekiyorum içime, dumanını üflediğimde söze girmeyi planlıyorum. anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki içimde, kusmam gereken nefretim, çok az kalan şefkatim, sensiz gecelerde yaşadığım uykusuz saatler, sabah ezanlarının can acıtan tınısı, rüyalarımı tekelleştirmen, acaba başka bir adamla mı, diye içime sağanaklar bırakan kıskançlık bulutları, sevgi, aşk kavramları üzerine derince yaptığım araştırmalar, vardığım sonuçlar, çözümlemeler, senin kuş beyinli olduğunu düşünmem, ihtimaller dahilinde herkesin orospu ve yine ihtimaller dahilinde herkesin orospu çocuğu olduğuna ilişkin hastalıklı düşüncelerim, sadakatin edebiyatın küflü satırlarında doğmuş ve orada can verecek bir tür organizma olduğuna dair kehanetlerim.. ve bunlar gibi çoğu sürreel, bir kısmı yalnızlığımla içli, dışlı bir çok konu. ve dumanı üflüyorum, son duman zerresi de çıkarken ağzımdan, karışırken bok kokulu dairemin son derece kirli salonuna diyorum ki;

-sanat, iki kişinin aynı olguda farklı yönleri görmesi meselesidir.

yok yok, hayır. bunu düşünmedim. söylemek istediğim şey bu değildi. ve evet, seninde duymak istediğin cümle bu değildi. nerden çıktı şimdi bu cümle? bilinçdışıma ittiğim herşey böyle olur olmaz zamanlarda karşıma çıkmak zorunda mı sanki? biraz tedirgin oldun, ellerin titremeye başladı, bunu elinde tuttuğun çay fincanından anlamak zor değil. gözlerinde fırtına öncesi sessizlikler var. ve benim korkularım yarın sürmanşetten yer bulacak kendine eminim, şu söylediğim cümle, dış basında yankı bulacak, telefonla bağlantı talepleri olacak, konferanslara katılacağım.. belki de ünlü birisi olacak belli bir döneme damgamı vuracağım. belki de bu boklu dairemde sessizce yaşamaya devam edeceğim. bundan şikayetçi değilim. bilirsin, farklı yönleri görme meselesi..

sen binbir türlü kafa karışıklığıyla geldiğin bu dairen tam on beş dakika sonra, çok daha fazla kafa karışıklığıyla çıkacaksın. çıkarken seni öpmeyeceğim. sarılırsan karşılık verebilirim ama öpmeyeceğim. ve daha ben dairenin kapısını kapattığım anda, gözlerinde fırtına başlayacak, saklayamayacaksın, ilk defa saklamak istemeyeceksin.. bir yerlere sığınmak isteyeceksin, zor geliyor sana bu durum, ağır geliyor, hayır hayır, bu kadarını da haketmediğini düşünüyorsun, evet sadece hatalar yaptın, ama bu şekilde son bulması gerekmezdi. kafanda kurguladığın şu buluşmanın, alelade yapılmış bir çay, ve tek bir cümleyle son bulması ne kadar acı! ellerin ellerimin hayalini kurmuştu oysaki, şimdi ne yapacak onlar diyorsun. senin ellerinden başka bir tane daha yok diyorsun. sızlanıyorsun. hemen arkadaşlarını aramak zorunda hissediyorsun kendini, rehberini kurcalıyorsun evet, isimler akıp gidiyor, yok diyorsun o beni dinlemez, yok bu dinler ama anlamaz, bunun işi vardır. yalnız kalman gerektiğini anlıyorsun. gidip bir inşaatta ağlamalısın bence, sanat buna denir, birilerinin yanında ağlamak son derece teşhir değil mi?

ve uykusuz gecelerle boğuşuyorsun, günler akşama varmıyor. uzak şehirler aklında, şairlere sığınıyorsun. acın katlanıyor, sabah ezanları can yakmaya başlıyor artık. oysa önceden böyle değildi bu durum. neden böyle olduğuna anlam veremiyorsun. çıldıracak gibi oluyorsun, neyse ki dolapta rakı bulunduruyorsun. akıl sağlığını böyle koruyorsun. zayıfladın, ölmek üzeresin, göz yağmurların dindi. artık gözlerin olarak değil, bütün bedenin olarak ağlıyorsun, ellerin ağlıyor, bacakların, memelerin, bakışların, sesin ağlıyor. duyan var mı? ben sanırım biraz duyuyorum..

eski resimlerimizi bulmak için karıştırdığında buluyorsun hayatın çok zor olmayan şifresini. tozlanmış kolilerin en altında sana daha ilk günümüzde vermiş olduğum, ilk sayfasına üstünkörü bir şiir karalamış olduğum kitabı buluyorsun. açıyorsun sayfalarını tek tek, kokluyorsun. ilk sayfadaki şiiri okuyorsun, anlamsız bir şiir sanki, öyle düşünüyorsun, ne demek istedi burda diyorsun.. oysa nasıl demek istedi demen gerekiyordu. kitabı eviriyorsun çeviriyorsun, ismine bakmayı unutmuşsun, güzel bir baskı, bin dokuz yüz doksan üç basımı, İstanbul'da basılmış, ve büyük harfle 'Yalnızız' yazılmış, altında ne yazıyor diye bakıyorsun, gördüğün isim 'Peyami Safa..'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder