12 Aralık 2013

zamanın ruhu

upuzun, kıskanılacak saçların, zamanın ruhunu hiç yansıtmayan giyim kuşamın ve incecik ağzından bir çırpıda dökülen sözlerin yine de kurtaramıyor seni. bir otobüse binişin, rüzgarın saçlarını acemice savuruşu, ani bir kararla gazete alışın bir anda ele veriyor seni. gözetlendiğini farketmeyen bir belgesel hayvanı gibisin. o uzun caddenin müdavimisin, akşam yedi gibi geçiyorsun oradan. seni görenler yani o uzun caddenin insanları sessizce senden bahsediyorlar. sen, senden bahsettiklerini biliyorsun ama bilmiyormuş gibi yapıyorsun. sanırım her şeyi kuralına göre oynuyorsun. cadde dediysem karanlık, insan dediysem karanlık. hiçbir resmi evrakta, hiçbir belgede kaydın yok ama bence yine de ismin bir bilmecede sinsice gizlenmiş. cinsiyetin, herhangi bir üçüncü şahsın sana aşık ya da hayran olmasını engelleyecek kadar muğlak. adın mehmet de olabilir, melehat da. çorabın fileli de olabilir, merserize de. yüzün bir yangında yanmış da olabilir, bir cennet nehrinde yıkanmış da, baban bir tanrı da olabilir, bir şeytan da. konuşsan sanki ya ağzından bal damlayacak, ya da birdenbire kusacaksın ortalık yere. ortalık bir yerde masa sandalye buluyorsun sonra, hep elindeki kahve fincanına bakıp bir şeyler anlatıyorsun karşındakine. fincan dediysem karanlık, sandalye dediysem eski. sonra bir anda durup zamanı okşuyorsun incecik, felaket tüm coğrafyalarda bayram diye kutlanıyor. upuzun, kıskanılacak parmakların, zamanın ruhunu hiç yansıtmayan ellerin, incecik boynunda bir çırpıda görülebilen benin yine de kurtaramıyor seni. bir merdiven çıkışın, rüzgarın sigaranı asilce söndürüşü, ani bir kararla bir film afişinin önünde duruşun bir anda ele veriyor seni.

yanılma, merdiven dediysem dipsiz.

3 yorum: