Eğri büğrü bir çizgi üzerinde, insanların düz bir doğrultuda
yürüme telaşı canımı acıtıyor. Bu kabul edilebilir. Eğri büğrü bir çizgi üzerinde insanların eğri
büğrü yürüme telaşı da canımı acıtıyor. Bu kesinlikle kabul edilemez, çünkü
doğruluğa endekslenmiş bir önkabulle kuşatılan zihinler, size öyleyse ‘doğru
olan ne?’ diye soracaklardır. Sanırım kesin olarak açıklanamayan şeyler daha doğrudur tüm bu anlattıklarımdan.
Yine de,
Sonsuza dek cevaplanamayacak bir soru bu.
Sözgelimi, türlü kuram ve düşüncelerle desteklediğimiz ya da
hiçbir şeyle desteklemeyip kabul ettiğimiz hayatın, tamamıyla kontrolümüzde
olduğu anlayışı yaratıyor en derin boşlukları. Çünkü bu hayat bile yanlış
basamaklarla doludur. O yanlış basamaklara bastığımız an, komik ve kusurlu bir an
gibi canlanıyor gözümde. Bu birinci önermenin, bende oluşturduğu telaşı da
açıklıyor. Aslında umursanmaz bir durumla üzeri çok rahatça örtülen bu
gerçeklik, varlığını yadsımış her insanın da gerçek bulantısıdır kanımca.
İkinci önermenin oluşturduğu absürdlüğe değinecek olursam,
çeşitli kuram, kurgu ve önkabullerle yaşadığımız hayatın ‘doğruluğu’ nereden
kaynaklanır ki? Son derece kaypak ve kaygan bir zemin değimlidir bu, üzerinde
yürüdüğümüz. Tanrıya inanıyorsak, bu bizi tanrının varlığına götürmez örneğin,
götürseydi eğer, bende o eğri büğrü çizgi üzerinde yine eğri büğrü bir yol
tuttururdum kendime. Eğer yine, tanrının olmadığı gerçeği, apaçık, yadsınamaz
bir biçimde belirseydi, bu kez de o o eğri büğrü yol yine tercihim olurdu.
Böylesine muğlak bir konu da yine muğlak bir zeminde ve muğlak bir biçimde
konuşulabilir ancak. Enikonu tartışılabilecek bir doğru yoktur yani ortada.
Eski Yunan paradokslarına benzer bir yaklaşımla söyleyecek olursam asıl doğru,
doğruluğun yokluğudur.
Bu yüzden çağımızda inandığımız doğruya ikna etme telaşı
esir almıştır insanları. Bir görelilik üzerine kurulan şu cümle, ne kadar da
yanlıştır oysa ki; ‘herkesin kendine göre doğruları var’. Bu cümlenin
yanlışlığı göreliliğinden de kaynaklanmaz üstelik. Bir önkabule dayandığından kendi
kendini yanlışlar o, doğruluğu bulamamış insanoğlunun, kolektif bir
bilinçdışıyla ürettiği bir savunma mekanizmasıdır esasında. Tercihlerin
göreliliğinden bahsedilebilir, evet. Fakat, söz konusu doğru kavramı ise, o, Einstein kızmasın ama her yerde, en büyük
darbeyi karşıtından yemeye ve kendi kendini yanlışlamaya mahkumdur.
Dostoyevski diyor ya hani; ‘yanlış hayat doğru yaşanmaz’
diye, kendisine doğru hayatın ne olduğunu sorardım eğer tanısaydım. ‘doğru bir
hayatın yanlış yaşanma olasılığı’ kadar gerçeklerle ilgisizdir bu söz. Bu kadar
küstah bir kelime olarak ‘doğru’ bize maalesef hiçbir zaman doğru olanın
tanımını vermez. Tanımını vermediği gibi muğlaklığı ve belirsizliği de
kaldıramaz o.
Tüm bu sebeplerden dolayı birisi kalkıp ‘doğru olanı yap’, ‘doğru
olan budur’, ‘doğru bir tanedir’ ya da ‘herkesin doğrusu kendisinde’ gibi
sözler savurunca etrafa ya da bazen doğrudan yüzüme, canım acıyor. Böylesine gerçekdışı, böylesine fantastik bir
kelimeyi, bir kesinlik addetmenin zorluğundan haberdar değilse karşınızdaki
kişi ya da güruh, anlatmanın zorluğu
birden beliriveriyor.
Şunu söylemeliyim herhalde son olarak: ben doğru olan hiçbir
şey yapmadım bugüne kadar, zira gerçek olanın değil de, doğru olanın ne
olduğundan asla emin olamadım. Tercihler yaptım ve onların getirdiklerini
yaşadım.
Not: asla cevaplanamayacak diye tanımladığım bir soruyu,
cevaplama gayretim de, doğru olanı arama telaşından değil, bir muğlaklık
denizinde amaçsız kulaçlar atmaktan ibaret.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder