23 Mayıs 2010

sevemediğimiz şarkılar

sevemediğimiz o şarkılar yakamızı bırakmadı yine dün gece. hep bir hoparlörden ruhumuzu deldiler kötü adamlar. zaten aşkımız nifak tohumlarına çok müsaitti. müsait bir yerde inmeye de müsaitti esasında. aslında iğrençliğimiz, birbirimize farkettirmeden, birbirimizin ardından kazdığımız kuyulardan, moral depolamak amaçlı üzerine geldiğim üzerime geldiğin anlardan kaynaklanıyordu. sonra susturduğumuz çocukluklarımız, ya onlara ne demeli! ardımızdan ağlayan ekmek kırıntılarına ayırmadığımız dakikaların, sevdamızın tamda bu dönemecinde karşımıza çıkacağını kim bilebilirdi ki?

bu yüzden sende bende birbirimizi suçlamadık hiç. bazen, o da arada sırada, birbirimizle nasıl konuşacağımız konusunda, egzersizler yaptık. mesela ben senin o boklu dairene gelmeden önce, şairlerden sözler ezberledim durmadan. gereksiz çabalardı. zaten sen en çok edip'ten aktardığım; 'her yalnızlık biraz ihtilal' sözüne vurulmuştun. diğerlerine umursamaz bir ifadeyle 'teferruat!' demiştin. yine de şimdi bakınca hepsi gereksiz çabalardı.

ve o şarkılar, dinlemekten hiç hoşlanmadığımız, şeytanlaştığımız şarkılar. dün gece sahne aldılar yine. kötü adamlar, taş plaklarını tozlu koleksiyonlarından çıkartıp müzik kutularına, geçmişi hatırlamak adına son bir kez koymuş olmalılardı. o sırada bir sevdanın çıtkırıldım iki ruhunun, zorla tutunmaya çalışan iki kefaretsiz bedenin canına okuduklarından haberdarlar mıydı, hiç bilemiyorum. ve yine huzursuzluğumuzun en son raddeye ulaştığı dakikalarda kimseye kendi hikayemizden bahsetmemeye karar verdik, bu konuda birbirimize uzun uzadıya yeminler ettirdik. sen sustun sonra.

tarihteki hiçbir ayaklanmadan haberimiz olmadığı halde, içimizdeki ordular nasılda sistemli bir şekilde ayaklanmışlardı. ruhumuzdaki o karanlık dehlizlerde konuşlanmış bütün gerillalar nasıl da harekete geçmişlerdi. anlam veremiyorum açıkçası. her şeyi hiçe sayarak Meryem'in bakaretinden kuşkulanırdık bazen, öyle zamanlarda sana ben 'haydi sevişelim' yerine, 'haydi çelişelim' derdim. huzur bulduğumuz dakikalardı. mutlak bir dramatize etme hastalığımız vardı. erken teşhis koymuştu doktorlar. her olayı dramatize ediyorduk, bu bizi yavaş yavaş öldürüyordu. oysa, şu şarkılar çalmasa ne kadar güzel günler vardı önümüzde. ama başlamıştı. şarkıların ardı arkası kesilmedi o gece.

sonraları öğrendik ki yurdun her tarafı düşman işgalindeymiş. plaklar bizim sevdamızı kurtarmak adına konmuş müzik kutularına, oysa hesap edemedikleri, bizim o şarkılarda, geçmişin hatırlanmak istenmeyen, bembeyaz seramik görünümlü anılarına, böğüre böğüre kustuğumuz gerçeğiydi. o kusmuklardan hayaller çıkarmak o kadar imkansızdı ki, bedenimizi saracak her türlü düşman işgaline razıydı, hastalıkla tükenen bu ruhlarımız.

şarkılar çalmaya devam etti. kötü adamlardı onlar. sevmediğimiz, şeytanlaştığımız şarkılardı çaldıkları. sen uzun, kırmızı ojeli tırnaklarını sırtıma batırırken, ben bembeyaz seramik görünümlü yaşantıların üzerine kusmaya başlamıştım, Meryem'in bekaretinden emin olmadığım o dakikalarda, bu sevdayı yaşatmaya çalışmak, gereksiz çabalarımızdan bir diğeri olacaktı sadece. o yüzden susup, tırnaklarının sırtımdaki devinimini takip etmeye çalıştım..

artık düşman işgali altındaydık.

1 yorum:

  1. Aşk'bana göre bir cihad. Bir çoğumuz için de böyle diye düşünüyorum. Bir bakışla ya da bir sözle başlayan, ilk ayaklanma, ilk ihtilal. Kendini rehin olarak ele geçirdiğinde şarapla kutsanan? Aşk'ın zaferi... Ah bu şarkıların gözü kör olsun. Çok güzel yazmışsın yine...

    YanıtlaSil