Hayatın ardına gizlenmiş esrarı ilk kez yakalar gibi oldum da,
yakalar gibi olduğumu düşündüğüm anda kayıp gitti zihnimden. Böylece
önümde duran eskimiş sandalyeden, karşı masada oturan yaşlı adamın eğik
boynundan, caddenin karşısındaki gayretkeş satıcının ayaklarına dolaşan
sırnaşık kediden, hemen yanıbaşımdaki asırlık çınar ağacının salınan
yaprağından müteşekkil görüntü ortasına bir taş düşen kirli bir su
birikintisi nasıl dalgalar oluşturursa, öylece geniş halkalar oluşturarak
yok oldu. Bir zaman sonra dünyadaki dengenin, bütün bir ömre
sığdırılmaya çalışılan sevinçlerin, tarihin tüm ıstıraplarının, örneğin
küçük kardeşim Mustafa'nın çikolata sevgisinin, babamın vitesi istemsiz
bir bilinçle değiştirmesinin, hızlıca devam eden bir konuşmanın
ortasındaki kesik sessizliğin, incinen bir aşığın ruhundaki ince sızının
aynı efsunla yoğrulmuş katmanlar olduğunu gördüm ve korktum bu gördüğüm
manzaradan.
Korkuma
yenilmezden az önce kalktım oturduğum o çay bahçesinden. Zira adaletin
terazisi yanlış tartıyordu, feleğin çemberi hepimizi kandırıyordu, tek
kanallı dünyada hep aynı film oynuyordu.
Yürüdüm. Anladım ki, şu kaldırımlar, şu birbirine yaslanmış yorgun evler, şu gürültülü cadde, yaşandıkça tükenen şu ömür, yüce bir sessizliği tamamlıyordu sadece.
Yürüdüm. Anladım ki, şu kaldırımlar, şu birbirine yaslanmış yorgun evler, şu gürültülü cadde, yaşandıkça tükenen şu ömür, yüce bir sessizliği tamamlıyordu sadece.