31 Mayıs 2014

Coğrafi Keşifler

gel güzelim tarihe bir de bu yönden bakalım. yani ellerinden, yani ihanetin başlangıç noktasından, yani yasak meyvenin tutulmasından... bir çay bahçesi buluşmasından, dizdize otutup muhallebi yemekten, dudakların ve dilin nasıl kullanılacağının bilinmediği o ilk öpüşmeden, sevilen kadın üşümesin diye çıkarılan ceketten değil de ellerinden bahsetmek istiyorum ben. marmara'nın ege'nin ve akdeniz'in muhtelif kentlerinde ellerinden bahsettim insanlara. ellerine methiyeler iliştirdim, mitolojik kahramanlara dönüştürdüm, herkese biraz üleştirdim. yani güzelim ellerin ortak payda, yani güzelim ellerin memleket havası, yani güzelim ellerin olmazsa seninkisi eksiltili güzellik, yani güzelim ellerin afrika'nın ümit burnu biraz. yani güzelim ben bir bartolomeu dias.

gel güzelim tarihe bir de bu yönden bakalım. yani adından, yani bilimin yeni paradigmasından, yani dünyanın kanayan yarasından... yani nerede yaşadığından, aslen nereli olduğundan, kimsenin nasıl davranılacağını kestiremediği o ilk karşılaşmadan, yani sevilen kadın sevinsin diye gidilen bir sinemadan değil de adından bahsetmek istiyorum ben.  adını söyle bin kez, ben bulmaca sorayım sen adını söyle, ben adres sorayım sen adını söyle, ben alo diyeyim sen adını söyle. kahvehanelerde adından  bahsettim insanlara. adına güzellemeler yakıştırdık, adına bir çocuğu alıştırdık, adına bir kavga karıştırdık. yani güzelim adın babilin asma bahçesi, yani güzelim adın mutlak bir monarşi, yani güzelim adın endüstriyel bir teori, yani güzelim adın olmasa seninkisi sahiden kıymetsiz bir anarşi, yani güzelim adın amerikanın yeniden keşfi, yani güzelim ben bir americo vespucci. 

gel güzelim tarihe bir de bu yönden bakalım. yani ruhundan, yani ipekli bir kumaştan, yani baştan aşağı yeni bir kozmostan... yani bir ruhsuz pezevengin incittiği parçandan, yani bir hatıranın yerini diğeriyle değiştirdiğin içindeki boşluktan, yani hiçbir şeyin cevabı olamayacağı o sorudan değil de ruhundan bahsetmek istiyorum ben. nerede bir kavga varsa orada ruhundan bahsettim insanlara. ruhuna mücevherler takıştırdık, ruhunu meleklerle yarıştırdık, biraz cenneti anıştırdık. yani güzelim ruhun rio'da bir karnaval, yani güzelim ruhun ortaçağın idam sehpası, yani güzelim ruhun bir barbar istilası, yani güzelim ruhun olmasa dünyayı dolaşırken yarım kalır maceram. yani güzelim ben bir ferdinand macellan.

ne olursun güzelim tarihe bir de bu yönden bakalım.

24 Mayıs 2014

Mithat İyi Çocuk

her şeye anlam yüklememek gerek. yürüyelim, vcd satan o dükkanı geçelim, sola dönelim, orda araba çarpsın sana, ben hiç görmemiş gibi yürüyeyim, olmaz mı? kafenin tekinde chopin çalıyor, memelerin geldi aklıma. chopin gitti. bu memleket böyle, kızma. meme dediysem küçücük, onun kızması olmaz hem. hem kafenin tekinde chopin çalmaz her zaman. denk geldi işte, aa mithat, sigara isteyeceğim mithat'tan. aldırma mithat iyi çocuk. dedesinin adıymış. hapı aldın mı sen, aklıma yeni geldi.

kar da yağar elbet. sabahattin ali diyor ya, bir otobüsten in, ötekine bin, az biraz düzlük, sonra yeşil tepeler, muavin su getirir, sonra inince her yer kar. yalan yalan. ben ne anlarım, bilmem o yazarları, onlar radyodan dinlemiş ikinci dünya savaşını. ben seni çok seviyorum ama, çok. kırık dişini de, sol dizindeki benini de. hatta ordan sevmeye başladım seni. bak bu yalan değil işte. sarhoşum kusura bakma, ama çok içmem ben. tabi, sarhoşlar hep böyle söyler. sarhoşum beni ciddiye al. beni laubalilikten kurtar ciddiyete al. yeri değil ama öp beni. 

bak o şehirde deniz de vardır. ama şairler denize işemez. onlar ilham alıyor, ben işedim bi kere, vedat da vardı. ben artık şair olamam. hem olmak da istemem, ne o öyle, bakışın, saçın, sikerler öyle aşkı demet! aşk değil o kelime, şurdan geçen otomobil, büfeden aldığın sigara, para üstü yok abi sakız vereyim mi, ani verilen karar, ya gözün maça takılırsa büfede? sevdiğin kadına haksızlık olmaz mı demet? her romanda deniz var, her romanda ankara, her romanda istanbul, her romanda bir burjuva salaklığı. ölmüş tüm bu adamlar ve ben kentleri sevmem.

bir şişe şarap içtim, tanrı beni cennetine de almaz şimdi, bir de o terketsin bizi. ama bir şişe şarap dünya ediyor beni, yörüngeye giriyorum, anlasana seni seviyorum, eksenim eğik. şairim işte ben de, parasızlıksa parasızlık, sigaraysa sigara, içmekse şarap demişim, küfürse sen orospusun demet! vedat da orospu çocuğu. mithat iyi çocuk. nara atayım olmazsa, teyze desin ne derdi var, amca sövsün ölmüş akrabalarıma, bıçkın çocuk bağırma desin, ağzınla iç türünden bir yığın zırva.. o zaman sever misin beni demet? sevmezsen orospusun. 

bak bu şehirde de deniz var. yalan mı, kötü şarkılar da çalıyor, barlardan mini etekli sarhoş kızlar da çıkıyor, beyaz bmw'li çocuk hava da atıyor, çocuklar burda da oynuyor demet. dilim dolaşıyor, çöz hadi. şu tekne varya sallanıyor, çekici şimdi, atlasak da yola çıksak, hadi şimdi, şimdi olursa olur, olmazsa yarın o sadece tekne. ne diye katlanır insan bunca şeye, klişeye düşeceğim, tut beni. her meridyen arası dört dakika, büyük olaylar başlatıyor tarihi çağları, kim bulursa onun adı veriliyor elementlere, fibonacci'nin tavşanları, newton ne sikim bir adam. sarhoşa ne kadar içtin diye sorulmaz demet, hatırlamaz. sarhoşa makul soru sormayın artık. hapını aldın mı sen, bak vallahi mithat iyi çocuk. yeri değil ama demet, öp beni. 

öpmezsen orospusun.


21 Mayıs 2014

Kırık Kalpler Oteli

bazen kim olduğumuzu soruyorlar bize. biz de anlatıyoruz.


kırık kalpler oteli diye bir yer arıyoruz. kötü dublajlı bir amerikan gençlik filmiyiz. muazzam six-packlere sahip olmak için bir eczane dolusu ilaç içen adamlarla sinsi dostluklar kuruyoruz. yalan değil prime-time'a denk düşen amerikan sinemasından çok şey öğreniyoruz. bu yüzden hepimiz biraz suçlu, biraz dedektifiz. bu yüzden hepimiz nick charles'a benziyoruz. neyse, eroin bulsak hemen içeriz ama onun yerine üçlü sarıyoruz. asım'ın 93 model şahinini altımızda üstü açık bir chevrolet'ye çeviriyoruz. zenci mahallesi bulamadığımızdan çingene mahallesinde racon kesiyoruz. modern bir trajedi yaşıyoruz ve arada yine asım'ın getirdiği porno filmleri elden ele dolaştırıyoruz. 

kırık kalpler oteli diye bir yer arıyoruz. kazara yanlış gezegenlere gönderilmiş peygamberleriz. bir kızı nasıl becerdiğimizi ballandıra ballandıra anlatmayı maharet sayıyoruz. mahallemizde manitacılıkta nam salan ender abiden çok şey öğreniyoruz. onun günahlarını hiç gocunmadan biz omuzluyoruz. kızmayın ama aslında hepimiz çizgi-film mağduruyuz. lütfen, tele-vole mağduruyuz. atatürk'ü çok seviyoruz ve yunanı hergün denize döküyoruz. birbirinden süratli cümleler kuruyoruz ve o cümleleri kallavi küfürlerle süslüyoruz. dualardan fatihayı biliyoruz, onu her duruma uyarlıyoruz, bir fatihayla cuma kılıyoruz, fatihayla ömür bitiriyoruz. kendimizi gizleyerek çağın vebasını kimse bilmeden karantinaya alıyoruz, sizin suçunuzu üstleniyoruz ve arada yine ender abinin hikayelerini kendi ağzından dinliyoruz. 

kırık kalpler oteli diye bir yer arıyoruz. bir marşandize binip bilmediği yerlere giden maceraperestleriz. dünyayı yakasından tutup silkelemeyi iyi beceriyoruz. dünyanın ağzını burnunu kırıyoruz, dünyaya bıçak çekiyoruz. yalan yok karanfil koklayan seri katilleriz. modifiye edilmemiş doğrudan gerçekliğiz. ağzında jilet taşıyan serkan'dan çok şey öğreniyoruz. onun ağzında taşıdığının biz izini taşıyoruz. haritadaki yerimizi bilmiyoruz, marakeşte bir arap, banliyöde kundakçı göçmen, meksikada kartel oluyoruz. kalabalık şehirlerde sahiden yok hükmündeyiz. aslında iltifata tabi olmayan marifet gibiyiz. lümpen kesime falçatalı kesik atıyoruz. işlemlerimizi noterde tasdikletmiyoruz, nerede bir polis görürsek ona kafa tutuyoruz ve arada yine serkan'ın ağzından jiletli şarkılar dinliyoruz.

kırık kalpler oteli diye bir yer arıyoruz. kusura bakmayın bu yüzden bir süreliğine, geçmişimizi filtreleyip sosyal paylaşım hesaplarında paylaşamıyoruz.

14 Mayıs 2014

bol ışıklı şehir

bir ezan sesiyle uyandık ikimiz de. sabahın beşinde bol ışıklı şehri seyrettik. biri çıksa da bir menkıbe falan anlatsa diye bekledik sanırım. orada öpmek istedim seni, ilk defa bir erkeği. biliyorum sen de öperdin beni. ama öpmedik. sabahın beşinde bol ışıklı şehri seyrettik. babalarımız kötüydü, sorun buydu. yirmi bir yaşında yorulmuş neferlerdik. eski bir hikayeydi bu, bilirsin sen de hayata erken yaşta yenik düşenler, her sanat dalının en sevdiği konudur. sahi, biz kaç seans gösteriliyorduk o meydandaki sinemada yahut hangi kitabın kaçıncı sayfasındaydık?

yarın bir arkadaşımızın kardeşi evlenecekti. hiçbir şey yokmuş gibi bağırarak oynayacaktık, yarın tüm ölüler bir araya gelip eğlecekti. yaşayanlar altına doyacaktı. caney caney işte meydan ey. ikimiz en neşeli olacaktık. rakı içecektik erkek gibi. erkek gibi vurgulu, erkek gibi ağır. o sıralar sen bir kadını seviyordun, kadın seni sevmiyordu. kimse sana kadının seni sevmediğini söyleyemiyordu. kadını camlardan izliyordun, canım modası geçmiş bir yeşilçam filmiydin. ama kimse sana söylemiyordu. bir ara rıhtımda ben söyleyecek oldum, bağıracaktım sana, kızacaktım, kadını yerden yere vuracaktım. öyle güzel bakıyordun ki, demirlemiş bir gemiye, yapamadım.

bizim oraları bilmezsin sen demiştin bir keresinde yine rıhtımda. ne çok giderdik oraya. incirlerden, şahika adlı komşunuzdan, çingenelerin sizin balkondan çaldığı koltuktan, gidilecek adamakıllı yalnızca bir çay bahçesi olduğudan, on yedi yaşındayken mektebe gittiğinden bahsetmiştin. rıhtımın herşeyi hüzünlü bir hale büründürme büyüsü vardı, senin mektep anın bile hüzüne bürünmüştü orada. sen, kadının sana söylediği ahlaksız sözü anlatırken dahi hüzünlenmiştik ikimiz de. pek ala neşeli bir anıydı oysa. bal damlasa ağzımızdan sirkeye dönüşüyordu rıhtımda.

rakı içiyorduk ama şarap en sahici sıvıydı bizim için. ucuzdu, mezesi yoktu, neşesi yoktu. şarap kardeşliği diye bir şey vardı hem. şarap içenler birbirlerine er ya da geç şarap ya da sigara verirdi. nadir abiyi nasıl tanırdık yoksa, o gece yanımıza gelip sarhoş türkçesiyle 'bir bardak da bana var mı dostlar' diyemeyişi olmasa. plastik bardağa hemen doldurmuştuk istihkakını. o da hemen sigarasını uzatmıştı. samsun. nadir abi de şarap kardeşliğindeki tüm üyeler gibi neresinden tutsan elinde kalacak bir hikaye ile oturmuştu aramıza. kocaman sakalının ardında tabiki bir kadın saklıydı. o gece anlattı durdu. çok sevince taa malatya'dan kalkıp gelmiş, kadının burda olduğundan bile emin değilmiş, birisi öyle söylemiş falan filan. ne yalan söyleyeyim nadir abi'nin tek derdi şarapmış gibi gelmişti bana, bu adamlar kadını meze yapardı çünkü şarabına, oysa ben sana en başında da söylemiştim, şarap mezesiz bir içkiydi.

o kadın hiç sevmemişti seni. bir zaman sonra sende unutmuştun zaten onu. içkinden anlaşılıyordu. tahmin edildiği gibi o düğünde en çok biz oynamıştık. ölü çifte en ucuzundan bir altın da biz takmıştık. nadir abi delikanlı adamdı, bir kaç defa daha gelmişti şarap istemeye, sonra utancından başkalarına dadanmışdı. bizi en çok o şehirde üzmüşlerdi, bizi en çok o şehirde öldürmüşlerdi. sahi hiç sormadım, sen o kadını niye sevdindi?

neyse canım, o sabah uyandık bir ezan sesiyle ikimiz de. sabahın beşinde bol ışılı şehri seyrettik. biri çıksa da bir fıkra anlatsın diye bekledik sanırım. orada öpmek istedim seni, ilk defa bir erkeği. biliyorum sen de öperdin beni. ama öpmedik. sabahın beşinde bol ışıklı şehri seyrettik.

fakat söylemem gereken bir şey var, rıhtım olduğu gibi yerli yerinde kalmıştı, bu tür hikayelerde çoğunlukla olduğu gibi belediye tarafından zalimce yıkılmamıştı.