15 Haziran 2011

Lanetlilerin Saç Stili

gittiğin bir ev varsa bol ışıklı
öldüğün bir adam vardır
o coğrafyada başkalarına onurlu,
bulunduğu iklimin mevsimine ters
özneye koşut sapına kadar
sigarasına ateş arayan bir
ceset vardır

aldığın bir intikamsa son yakışıklı
öldürdüğün bir adam vardır
o coğrafyada bir yerde kendine zorunlu
başkalarına çoğu kez seçmeli ders
yükleme sadık sapına kadar
köşe bucak cesedini arayan bir
ceket vardır.

14 Haziran 2011

Yerüstünden Notlar

Ben vardım. Verdiğim paranın üzerini bana uzattıklarında fark ettim varolduğumu. Vardım, bu huzursuz ediciydi. Demek ki ben vardım ve bana para uzatıyorlardı. Evrende bir yer kaplamanın basitliğini düşünecek kadar zamanım yoktu. Ben vardım, buna sevinmeli miydim üzülmeli miydim bilmiyorum.

Ben vardım. Kaldırımda yürürken omzuma çarptıklarında hissettim varolduğumu. Varlığıma teselli arayacak halde değildim, varlığıma anlam yükleyecek halde değildim. Konuşuyordum, konuşmalarımı duyuyor ve bana cevap veriyorlardı. Demek ki ben onların, gördüğü, duyduğu bir şeydim. Demek ki ben onların öldüğü bir şeydim. Bunları aklım almıyordu. Tam 25 yaşındaydım ve insanlar omzuma çarpıyorlardı. Bir omzum vardı ve ona çarpıyorlardı.

Ben vardım. Vardım ama bir umutsuz nesne gibi vardım, vardım ama bir tutarsız günce gibi, yararsız söz gibi, ölü bir ruh gibi vardım. Vardım ama kelimelerin gücü kadar vardım. Bu bana acı veriyordu. Vardım ama bir metafizik eylem gibi vardım. Vardım ama varlığımdan iğrenir gibi vardım. Bunu anlamanızı beklemiyorum.

Ben vardım. Tutup varlığımı yadsıyamazdım. Böyle bir şey hiç yokmuş gibi davranamazdım. Nefes alıyor ve konuşuyordum. Bilmediğim bir yerde kendimi konuşurken buluyordum. İşte öyle kendimi konuşurken bulunca, birden kendi içime kapanıyor varlığımla baş başa kalıyor ve yorgun diyalogları kaderine terk ediyordum. İçinden çıkılmaz haller alan bir varlıktan, bir varlık düşüncesinden sıyrılamıyordum. Bu varlık düşüncesini daha da ileri taşımak, bir adım ileri gitmek, sonra birden, birdenbire varlığımla geri çekilmek istiyordum.

Elbette bunu birilerine anlatmayı çok kez deneme girişiminde bulundum. Delirmek üzere olan bir insan gözüyle bakıldı bana. Ya da saçmaladığıma hükmettiler. Varlığımı içimdeki dehlizlere göndermem gerektiğinden bahsettiler. Açıkçası ben insanlar nasıl olurda bunu düşünmezler diyordum kendi kendime, nasıl olurda uzatılan para üstünü alır, ceplerine koyar ve konuşmalarına kaldıkları yerden devam ederler diye düşünüyordum. Bir hastalık gibi bu varlık düşüncesi beni yiyip bitiriyordu.

Ben paslı bir kapı tokmağı gibi vardım, sertleşen bir erkeklik organı gibi vardım. Kimseye derdimi anlatamayacağım bir şekilde vardım, kelimelerin tutsaklığı kadar vardım. Namlu ve tetik arasında sıkışıp kalmıştım ve psikologlardan yardım alamayacak kadar zekiydim. Zekilerden yardım alamayacak kadar psikologtum. Aslında eylemden sonra gittiğim hiçbir şehirde yoktum. Bu anlatılması ne kadar güç bir dertti, ne kadar kemirgen bir fareydi.

Algı en büyük günahtır yazmıştım defterime. Algı şeytani bir günahtır. Bütün bu varlık meselesi benim deli kafamdan kaynaklanıyordu. Yerine oturup konuşmaya devam edemeyen miskin karakterimden kaynaklanıyordu. Omzuma çarptıklarında geri dönüp bunun hesabını soracak sinirli gözleri bir mizansenin içine yerleştiremediğim için midem bulanıyordu. Omzuma çarpmışlardı ve ben güç bela önümdeki ilk apartmanın giriş basamaklarına oturup bir sigara yakmış, bilmem kaçıncı nefesten sonra çarpıntımı anca bastırmıştım. Varlık bastırılamayan bir isyandı bilincimde.

Evet ben vardım, bir fenomen olarak vardım. Belki bir olric olarak, belki bir yardımcı karakter olarak vardım. Vardım ama bir ses dalgası olarak, bir titreşim olarak, belki bir enerji olarak vardım. Ancak bu kadar vardım. Artık hangi yüzle markete gidip ‘bir sigara alabilir miyim’ diyecektim. Saatlerdir, zamanın kimler tarafından hangi sebeple böyle kurgulandığını düşünmekteydim. Hastalık vücudumda büyüyordu ve ben bu hastalıktan hem kurtulmak istiyor hem de ahlaksız bir zevk alıyordum. Ben bunları ne zaman anlatsam dostlar teselli ikramiyesi tadında paragrafik cümleler kuruyorlardı. Onlar varlık hakkında ne bilirlerdi ki! Onlar para üstünü almadan yoluna devam eden birisine ancak ahmak sıfatını uygun gören kertenkelemsi insanlardı. Varlık ve varlık düşüncesi beni onlardan da gittikçe uzaklaştırıyordu, hissediyordum.

Egsiztans nasıl bir çelişkiyle donatılmıştı. Kim bize bu kötülüğü enjekte etmiş olabilirdi? Bir deney sonucu mu üretilmiştik. Deney kontrolden çıkınca mı salmışlardı bizi bu yaşlı planete. Durup düşünüyordum, düşünüp duruyordum. Düşünüp düşüyordum her seferinde. O büyük kaya parçasını Sisifos gibi her seferinde en tepeye çıkartıyor ama onu orda bir türlü tutamıyordum. kaya sürekli üzerime yuvarlanıyordu. Ben bundan kimseye bahsedemiyordum ve bu durum canımı acıtıyordu.

Ben vardım, para üstünü almadım ve şehrin karanlığını boydan boya yutmaya karar verdim.

Ben vardım, yani bir hiç olarak vardım. Yani para üstünü alsam da almasam da varlığımı kendime kanıtlama telaşının bulantısından kurtulamayacak denli vardım.

Siz siz olun sağ olun var olmayın, para üstünüzü almayı unutmayın.



*Eğer biz gölgeler haddimizi aşmışsak, her şeyin tatlıya bağlandığını düşünün. Aslında bu görüntüler oluşurken siz kazara burada bulundunuz.