24 Aralık 2010

Kabus

Her gece gördüğümden o karanlık, o çetrefil kabusu
Katlettim aklımı ve kirlettim o mahrem namusu!

22 Aralık 2010

Being and Nothingness

işte orda, kimsenin gelip geçmediği o apartman boşluğunda oturup ağlamalıyım. öldüğüm için ağlamalıyım, doğduğum için ağlamalıyım, üzdüğüm için, üzüldüğüm için ağlamalıyım. ellerimi, dillerimi bu kadar korkak yetiştirdiğim için ağlamalıyım.

bilmiyorum, ruhumu hangi şehrin karanlığında düşürdüm ben? arada bir gelen o duygu dalgalanmaları, önceleri ruhumu işgal eden, vicdanıma pusulalık eden bir şey değil miydi! kaç kez aynı taşın üstüne oturup öptüm o ölü ruhları. kendi bilgeliğimin ne zaman kölesi oldum, gerçekten bilmiyorum...

hangi saflıkta yetişmiştim ki, her verilen söze inandım, parasıyla değil mi kardeşim diyemedim, param olsa da yitik, kayıp durdum çekilen resimlerin bir köşesinde. ellerine alıp baktıklarında o resme beni gösteren parmaklar kaç kez 'bu kim' kelimesini eklediler varoluşlarına. tanrıyla ne zaman aramız bozuldu, hiç bilmiyorum.

'bazı adamlar hüzünlü doğarlar' demişti bi keresinde babam. o da ben gibi yersiz yurtsuz muydu? o da aldırmaz mıydı çekerken sigarasını, ellerinden kayıp giden anılarına karşı, o da köşesine çekilirken yorulmuş muydu bir şeyler anlatmaya. bu yüzden miydi suskunluğu? bu yüzden miydi ölüme eski bir dostunu görür gibi sıcak davranması, bilmiyorum.

öpüp başıma koysam acılarımı, hüzünlerimin toplamı olduğumdan habersizdir dolmuşta; 'bir kişi uzatır mısın' diyen ruhsuz fahişe. kızmadan, ellerimle yoksulluğumuzu anlatsam o ve ona benzeyen insanlara, kibrimizi eritsek rakı masalarında. ölüp ölüp dirilsek, kalpleri, aşkları, şiirlerden çıkartma gayesi güden bir dernek kursak hep beraber. oturup ağlama seanslarına katılsak, niye böylesin demesek.. tertemiz kalmak bu karanlık dünyada çok mu ütopik, bilmiyorum.

beni gülümsetmeye çalışmaktan vazgeçip, hüzünlerimden pay kapsalardı keşke. işte o sırada gülümsediğimi göreceklerdi belki de. kaybederken o eski çocukluğu büyümenin sıradanlığında farkediyorum dünyanın orospu çocukluğunu bende. anlatamamanın verdiği sıkıntı değil kalemi ağlatan aslında, anlayamayanın varlığı zora sokuyor şimdiki zamanın değerlendirilme şeklini. uçup giderken ellerimden 'an', betimlediğim o dünyanın benlik tasarımından kaynaklı bir düşe eşdeğer olduğunu kime hangi şekilde anlatmak mümkün? inip inip durduğum duraklar, bir yerlere giderler mi otobüse binip, bilmiyorum.

ve bitince hayata dair bütün espriler, bitince söylenecek sözler, bitince okunacak şiir, yine de öper koklarım ben yalnızlığımın dudaklarını. varlığından hoşnut olduğum bir yokluktur o. ve ölürken o sessizlikte bütün bir acıyı yürekte taşımış olmanın yükünü de götürmek isterim. kurtulmak istemem ben acılarımdan, kurtulmak istemem ben korkularımdan. şikayetimden ötürü kırılırlarsa gider gönüllerini alırım. çıkan sesler kalbimin hüznünü anlatır mı, bilmiyorum. 

yürürken karanlıkta ellerim ceplerimde, kimseden hesabını soramayacağım gözyaşlarımı saklamaktan kaçınırım belki. herkesin yaptığının yanına kar kaldığı, herkesin varlığından diğerlerinin pay aldığı düşünce aklıma iğrenirim belki de her şeyden. kendimden de. ellerimden de. yüzümden de. aşkı satan müzik albümleri utanırlar mı, bilmiyorum.

gitmek istediğim hiçbir yer yok, geldiğim yer belli değil, aldığım nefes kimsesizliğimden bahsediyor. verdiğim nefes yorgun bir sarhoşu tasvir ediyor. canımı sıkan bu sıkışmışlık esasında. yoksa teatral yeteneğimi kullanarak yaşıyorum aranızda. daha ne kadar dayanırım, bilmiyorum.

sigaramı tutuşturup dudaklarıma, çakıyorum çakmağı. yakabilir miyim, bilmiyorum. ve terkedilmiş apartmana doğru ilerliyorum.

işte orda, kimsenin gelip geçmediği o apartman boşluğunda oturup ağlamalıyım. öldüğüm için ağlamalıyım, doğduğum için ağlamalıyım, üzdüğüm için, üzüldüğüm için ağlamalıyım. ellerimi, dillerimi bu kadar korkak yetiştirdiğim için ağlamalıyım. gülmek edebiyat sayılmalı mı, kafka'ya soruyorum. o bilir. ben bilmiyorum...

14 Aralık 2010

Dante's Inferno / Part 2

aslında bu hikayede herkes kadar suçlu olduğumu itiraf etmeliyim. buna rağmen belki de son sahnede barettayı ağzıma sokup, ateş ettiğimdeyse suçsuzluğumu müzik setinde çalan son şarkı anlatacaktı. belki de birileri kendinden bahsederken bu yüzden hep başkalarını anlatacaktı.

beatrice karşımdaydı. bacak bacak üstüne atmış, olanca kadınlığıyla sadece sigarayı değil, sigarayla birlikte beni de içine çekiyor, dumanıyla birlikte bütün benliğimi de üflüyordu dudaklarından.

anlattığı hikayeleri muazzam bir dikkatle dinliyor, hiçbir noktasını kaçırmamaya gayret ediyordum. varolmanın dayanılmaz hafifliği buydu işte, kundera'nın anlatmak isteği buydu. birden dudaklarında bir korku, gözlerinde bir dehşet seçiliverdi beatrice'in. anlamadığım bir şekilde müzik setinde birdenbire iced earth'ten dante's inferno çalmaya başlamıştı. beatrice bu dakikayı bekliyor olmalıydı.

eğilip çantasını kısa bir süre kurcaladı. bir karaltıyı belli belirsiz seçiyor, kafamda gördüğüm cismi anlamlandırmaya çalışıyordum ki beatrice elindeki nesneyi aramızdaki sehpaya bıraktı.

bu bir baretta'ydı.

gözlerimi beatrice'in gözleriyle sevişmeye terketmiş, benliğimi tatile çıkarmıştım. kulaklarım artık beatrice'in dudaklarının müşterisiydi.

'sen' dedi 'kafka'yı vuracaksın'

'bense milena'yı...'

'peki ama neden' diyebildim sadece. beatrice sesinin tınısını öyle bir düzenlemişti ki, birileri buna ölüm diyebilirdi. ben ne diyeceğimi bilemiyordum. konuştu;

'çünkü dedi bu bunalmışlık bize dayatıldı. bu durumdan kurtulmamızın tek çaresi bu! bu huzursuzluktan, bu bedenine hapis varlığından kurtulacaksın bu sayede ve bütün bir insanlığın bize minnettar olamamasının tek nedeni onları nasıl bir durumdan kurtarıyor olduğumuzu bilmiyor olmaları olacak.'

dante's inferno çalıyordu. şarkı kesilmiyordu. barettayı elime alıp 2-3 saniye baktım.

ve ani bir hareketle ayağa kalkıp şarjör boşalana dek gölgeme ateş ettim.

silah elimden düşmezden önce midemin bulandığını şiddetli bir biçimde duyumsayarak beatrice'e döndüm. kim bilir kaç kişinin hayallerine kusacaktım?

kafamı kaldırdım, tekrar gölgeme döndüm. yerden seken mermilerin öldürdüğü eski sevgililerimin cesetlerini gördüğümde arka planda çalan şarkı kesilmiş, kafa karışıklığımla karanlık bir odada ateşli bir sevişmeye tutuşmuştum.

kaç dizeyi kustuğumdan habersizdim, kaç şiiri içtiğimden habersizdim. gölgemi öldüremeyeceğimi beatrice anlatmaya çalışacaktım ki; onun yıllar önce öldüğünü hatırladım.

aslında bu hikayede herkes kadar suçlu olduğumu itiraf etmeliyim.

şimdi yeni bir şarkı başlamıştı. baretta'yı ağzıma sokup, hiç düşünmeden ateş ettim.

13 Aralık 2010

Yirmi Birinci Yüzyıla Hoşgeldiniz

21. yüzyılda hepimiz aynalardaki görüntümüze hayranız. aynalardaki görüntüsüne aşık olmayanlar bunalımdalar. yaşasın plastik cerrahi!

21. yüzyılda bizi ilgilendiren şeyler araba markaları, moda haftaları ve aldığımız kıyafetlerin etiket fiyatları.

21. yüzyılda statü hayran olduğumuz başlıca fenomen.

21. yüzyılda aşk bir para birimi. olanca sıklığıyla elden ele ve dilden dile dolaşan, bütün albenisini kaybeden bir kadın gibi cemiyet aleminin seçkin mekanlarından, şehrin pavyonlarına düşen bir kadın gibi. orospu demeye dilim varmıyor. orospuluk çoğu durumda kutsaldır çünkü.

Lütfen dikkat edin çünkü 21. yüzyılda 'hümanist olmakla' suçlanabilirsiniz.

21. yüzyılda kadın dergileri hafif dozda mutluluk satarlar.

21. yüzyılda ne kadar dolu olduğunuz değil ne kadar dolu göründüğünüz önemli.

21. yüzyılda herkesin en az bir bunalımı var.

21. yüzyılın mottosu: en önemli şey kendinsin, kendinden başka herşey önemsiz, onlar senin önemini arttırmak için varlar.

21. yüzyılda her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varken, her başarılı kadının arkasında kaç erkeğin olduğu tabiki denklemdeki değişkenlere bağlıdır.

21. yüzyılda herkes marka değeri.

21. yüzyılda sevgiliniz için bir aksesuar niteliği taşıyorsunuz. tıpkı dolce gabbana bir çanta gibi.

21. yüzyılda 'nasılsın' sorusu sadece kendi durumumuzdan bahsetmek için başvurduğumuz bir girizgah niteliğinde.

21. yüzyıl için ideolojilerin öldüğü çağ denildiğine bakmayın. bütün ölü ideolojiler kafa bulandırılmak için kullanılır.

21. yüzyılda herkes küçük birer tanrıdır. herkes etrafında küçük ya da büyük bir hayran kitlesi oluşturmak ister.

21. yüzyılda çoğu kişi 21. yüzyılın ne olduğunu bilmekle beraber bu durumdan şikayetçi değildir.

ve evet, hala ona tapınıyoruz.

03 Aralık 2010

Gitmek

‎" 'Gitmek' kelimesi senin senfonin olur ancak kalabalık şehirlerin köhne yataklarında. Çünkü ben bilirim ki, yalnızlığın mastar eki olmaz!"

aptallık üzerine

"Güzellikle aptallık arasında doğru orantının varlığı durumunu tersine çevirecek hiçbir kadın tanımadım, görmedim, duymadım."

02 Aralık 2010

Tango Down

gitgide Andre Gide oluyorum, fonda Bridget Fonda çalıyorken. Heiddeger'e haydi gel deyip sohbet ediyor, varolma heveslerimi onda söndürüyorum.

içki şişelerinin bitikliğinde, kuramsal yalnızlıklardan, Albrecht Durer melankolisinin ısrarkeş tavrından bir an olsun kurtulmak istesemde yine o 'evetlenme' durumlarına maruz bırakıp bilincimi, ters yüz edip geçmişimi, geleceğimi öldürüyorum.

öldüğümü kabullenip, yaşamın ızdırabından kurtulmak için yeni, yepyeni insancıklar yaratıp, sayfa üzerinde öldürüyorum.

gözlerindeki anlatım bozukluklarını da görüyorum bu sebepler dolayısıyla, ellerindeki tutarsızlıklar, dillerindeki altı çizili sözcüklerde anlatılmak istenenler beni ilgilendirmediğinden bütün çoktan seçmeli yaşantılarda yumuşak g seçeneğini işaretliyor, cevap anahtarıyla önce zihnini kilitleyip ardından anahtarı denize atıyor, denizi ineğe içirtiyorum. işte böyle böyle yabancılaşıyorum.

sen benim bu şiirsel melankolime, 25 kurşun sık bir silah alıp. ben dünyanın bilumum köşelerine, bunalmışlık kusuyorum.

bilincim Joyce'tan bu yana akarken, ben 'ses' olarak değil, bütün bir beden olarak susuyorum.

telefonda diyorsun ya;
"haftalardır neredesin" diye, ben hep göz önünde kayboluyorum da sen bulamıyorsun..