26 Nisan 2010

mucize

akıl almaz bir mucizen var senin
yani, dokununca kasıklarıma
ordan yürüyünce ruhuma ellerin.

ama gün geliyor, hatırlatıyor
çocukluğumun kaybolduğu kenti, tenin..

bir babasının olmadığını bildiği,
ve
yitirilen şeylerin ayyuka çıktığı zamanlarda
sigarasındaki kan izine bakarak,
benzetiyor seni de kendine
bu kokuşmuş bedenim.

ama yine de akıl almaz bir mucizen var senin.



*o yüzden seninle sevişirken sevgilim, korkuyorum hiç tanımadığım adamların geçmişinden. şimdi sen uyu, başka şehirlerin karanlığında.. saat geç oldu..

23 Nisan 2010

karanlık sokaktaki cinayet

elleri utangaçtı kadının. bir an durdu, aklına gelen düşünceyi kovuşturdu. bastırdı o düşünceyi, yok olmadı tekrar kendini hatırlattı o düşünce.. kendiliğinden unutması gerektiğini düşündü, bekledi... uyandığını farketmemişti yanındaki adam, uyuyordu. ellerini adamın sırtında gezdirdi. üşüdü kadın sonra. üstüne gecelik aldı, camı açtı ve düşündü aşağıdaki sokağa bakarak.. geceydi.. soğuk bir geceydi. üşüdü kadın sonra.

'kayıp kentin kayıp kadını' dedi dudakları.. bunu sevdi. o yüzden tekrar mırıldandı. 'kayıp kentin kayıp kadını'..

kadın yorgun siluetini de alarak tam karşısına yansıyan duvardan, kapıyı vurup çıktı. kapının sesiyle uyandı yataktaki adam, adam hiç üşümedi sonra.

yüzündeki yorgun çizgilerle kadın yürüyordu  o gece, bilmediği bir kentin bilmediği sokaklarında. aklındakileri çöpe atmış bir insanın kayıtsızlığı beraberindeydi. elleri titriyordu hafiften, ellerini cebine soktu. kadın üşümüştü.

yıllar önceki adam geldi aklına, aklını yitirmesine neden olan adam aklına geldi yine. aklına geldi ama pek nazik karşılanmadı kadının aklında adam, def edildi. tekrar geldi kadının aklına adam. yüzsüzdü, dışarda hafif, ince ince, kıl gibi bir yağmur vardı. şaşırtıcı olan şuydu ki; adam hiç üşümemişti.

kadın yürürken üzgün tavrını saklayınca benliğinin derinliğine, turuncu bir korku kapladı birden ruhunu. bu korkuyu bilirdi kadın, sevişirken hissederdi bazen, unuturdu. bu gece nerden ortaya çıkmıştı bu korku.. karıncalar beyninde yürümeye başladı kadının. kadın hem ürperdi hem üşüdü.

ve birden kayıp kentin sokaklarında bir gölge görür gibi oldu kadın. daha çok ürperip, daha çok üşüdü.

adımlarını hızlandırdı. takip edilip edilmediğini anlamak istiyordu ama buna karşın arkasını dönüp o gölgeyle yüzleşemeyecek kadar, yalnız ve dirayetsizdi.

kadın kaskatı kesildi birden. bıçak tam korktuğu yerden saplanmıştı.

iki adım attı belli belirsiz karanlıkta. rüzgar esti aniden, ve sessizlik.. kadın üşüdü. düşmekte olduğu zeminde bir gölge gördü. sırtından akan kanın sıcaklığını hissetti.

ve birden tüm di'li geçmiş zamanlardan vazgeçti kadın. 'o burda' dedi zihninde.

kadının suratı hızla yere çarptı. acıyı son kez hissetti. 

kadının cansız bedeninin üzerinde gülümsedi adam. bıçağı kadının sırtından çıkardı. cebinden çıkardığı gazete parçasına sarmaladı. ve birden bir rüzgar esti. adam turuncu bir korku duyumsadı. ellerini cebine sokup, pardesüsünün yakasını kaldırdı. 

cebinden bir chesterfield çıkartıp yaktı karanlık sokaktan uzaklaşırken. çakmak söngüğünde.... 

..adam sadece o karanlık sokakta değil, aynı zamanda hayatında ilk kez üşüdü.

ve adam şunu düşündü ilk kez; 'ne zamanki bir yerde turuncu korkular duyarsın ve ruhun üşür, emin ol o zaman bir yerlerde katillerin seni düşünür'..

Beat Generation

hep hayalini kurduğum yaşamın gerçek mimarlarıydı onlar. amerikan toplumu kendi içinde soğuk savaşın teleşlarını yaşadığı esnada ortaya çıkmışlardı. birçok insanın rüyasını gerçekleştirmişlerdi, belki de bunu toplumsal bir ihtiyacın bireysel bir refleksi haline getirmişlerdi.

beatnik'ler. beat kuşağının yaratıcıları ve en asil uygulayıcıları. parasız, pulsuz, hiçbir şeye sahip olmayan ama bunun yanında çok başka şeylere sahip olan bir jenerasyon. tüketim toplumunun karşısına sadece 'gitmek' kelimesini sunan, hep gitmek isteyen bir nesil. ve evet 'otostop'...

tüm amerika'yı otostopla gezip, yaşam tarzlarını edebi yaklaşımlarıyla bütünleştirmiş insanlar topluluğu. ve evet edebiyatın sapkın çocukları, eşcinselliği kutsallaştıran, uyuşturucuyu kendilerine meze yapan adamlar onlardı. Amerika'yı II. dünya savaşı'nın buhran dolu günlerinden alıp, 60'ların, 70'lerin eleştirel dünyasına taşıyan, komformizmin her türlüsünü reddeden adamlar onlardı. sanatçı ruhlar onlarda vucüt bulmuştu sanki..

jack keroac'ın yolda romanını okurken, ben de bir beatnik olmak istediğimi duyumsamıştım, gitmek ne güzel şeydi. kalmak'tan çok daha fazla anlam ifade ediyordu. daha fazla sanatsal bir yön barındırıyordu içinde 'gitmek'.. felsefeleride gitmek üzerine kuruluydu, giderken varolan tabuları yıkmak, herkesi kendi benliğinde kabullenmek, zen'e vurgu yapmaları budizm'e ilgi duymaları hep bu aykırılık ve kabul etmişlik ekseninde ortaya çıkmıştı beat kuşağında. ve bir otel odasında o gece tanıştığın bir kadınla sevişmek, sanki sonsuza dek senin kadınınmış gibi sevişmek ve sonra gitmek beat bir tavırdı bana kalırsa. daha fazla sanat, daha fazla özgürlük, daha fazla seks ve daha fazla uyuşturucu..

jack kerouac'ın temel kitabı ve aynı zamanda beat kuşağının el kitabı niteliğinde olan On The Road'ı okumuş olan, ve bazı kesimlerce hippi nitelendirilmesi yapılan bob dylan ve janis joplin gibi sanatçılarda kendilerini hippi değil de 'beat' olarak hissettiklerini söylemişlerdir sonrasında. beat akımı ve felsefesi sadece toplumsal bir hareket olarak kalmamış aynı zamanda edebiyata müziğe ve sanatın diğer alanlarına da sıçramıştır. 

bu toplumsal kahramanlar, farklı bir şekilde kahraman olmuşlardır ve kahraman olmalarının nedeni kahraman olmayı hiçbir zaman umursamamış olmalarıdır. kerouac en sonunda 'sanırım bize beat kuşağı denilebilir' diyerek olayın ismini de koymuştur. beat yok olmuşluktu, beat gitmekti, beat uyuşturucu kullanıp sevişmekti, beat eşcinsel insanları dışlamamaktı. beat yok olarak var olma biçimiydi bana kalırsa..

ve ne zaman biri gitmek istese bir yerden bir yere, bilmez miydi ki sonunda kendinden de gitmek isteyecekti. beat kuşağı yazarları, üyeleri de hep bunu hissetmişlerdi.

bu açıdan bakıldığında hepimizin içinde bir beatnik bulunuyor sanırım..kerouac'ta daktilosunun başından kalkmadan yazarken yolda'yı bir rulo'ya sanırım bunu düşünüp gülümsemişti..

' yolda'yı sanırım 1959'da okudum, hayatımı değiştirdi. tıpkı herkesin hayatını değiştirdiği gibi'      -bob dylan

20 Nisan 2010

insan hiç...

insan hiç sevdiğini siker mi?
insan en çok sevdiğini siker..

madem çok küfürlü geldim,
okuma o zaman yalnızlığımı..
sevdalarda sorulan sorular şimdilerde;
'önden mi arkadan mı?!'

ne diyor hacı arif bey merhum;
bakmıyor çeşm-i siyah feryade..
aşıklık faslını geç bir kere
aşık olunacak tıbbıyeli delikanlılar
hiçbir yerde yok artık*

*Ercüment Uçarı'dan Esinlenilmiştir..

19 Nisan 2010

Ahmet

ne zaman baksam yüzüne
ağlayasım gelir, hüzünlenerek.
sen kayıp bir şehrin
arabesk çocuğu değil misin ki?

'hadi yak bir sigara'
diyesim gelir yüzüme öyle bakışında.
sen elleri cebinde yürür,
okul defterlerine şiirler karalarsın bilirim.

ben hep konuşurum da
erişemem senin suskun anlatımına.
'hadi gel çocuk
ağla koynumda' diyesim gelir sana.

bilirim be ahmet bilirim bende
'yüzümde uyurken masum çocukluğum,
bende kaybettim yoksulluğumu'
diyesim gelir sana.

13 Nisan 2010

birileri var

birileri var. elbette üşüyorlar,
karanlık bir gümrükte, bir sigara yakarak.
içine ruhumuzun,
alfabenin en hain harfini kazıyorlar.

birileri var. elbette biliyorlar,
kimin omzunda olduğunu bacaklarımızın.
ve içine ruhumuzun,
oluk oluk şifzofrenik sevdalar boşalıyorlar..

09 Nisan 2010

Bursa

bir damardan diğerine akarken kan..
bir jiletin keskin ucunda ben varım.
ve bol nikotinli sohbetlerde,
hiçbir şehrin aynı olmadığı konuşuluyor.
kimseye söylemediğim, yaşanmamış
bir zaman gibi sakladığım,
bir çocukluğum vardı benim
Bursa'da...

bir damardan diğerine akarken kan
nikotinli sohbetlerde sen yoksun artık,
bende yokum. kimse yok..

07 Nisan 2010

itiraf tadında

düşündüm de hangi şarkı beni anlatır diye. beni anlatan bir şarkı yok. bu albümde herkes kendinden bişeyler bulacak diye pazarlanan albümlerde ben kendimden bir şeyler bulamıyorum.

o yüzden ilham perilerime kullanılmış gece elbiseleri bulup, giydirdim. o yüzden puslu sabahlarda perdelerimi indirdim, kimi zaman kepenk kapattım talepkar kadınlara.

zifiri karanlıklarda masumu oynadım, oysa evet bende suçluydum. belki herkesten çok ben suçluydum. bunalımlar sevilmez, mümkün değil. melankoli sıkar insanı. o yüzden ben hep sempatiktim kıytırık varoluşlarda.

ve ahlakımın temel taşlarının yerlerini değiştirdim. aldım en sondakini, en başa koydum. saatlerden akrepleri çıkardım, yelkovanları yalnız bıraktım. saatlerden bağımsızdım, saman alevinden halliceydim.

tripleks yalnızlıklarım oldu, bazen üçüncü katı çıktım gelecek vadetmeyen sessizliklere. yıkılma pahasına sevdim, yok olma pahasına kayboldum satır aralarında. evet yanılmadım, sonunda zararlı çıktım.

cümlelere ip atlattırırken zihnim, ben gidip bir varoş sokağında ağladım. ve öyle bir bulandım ki kendi midemde. düzinelerce küfürler yağdırdığım bu kayboluşuma ithaf ettim ne varsa çekmecemde. bazen gören duyan oldu da, onlar da önyargılar armağan ettiler bana. şüpheyi hiç sevmedim, ne zaman şüphe duysam birinden gidip ondan önce ben aldattım..

ayrıca kimseyi sıfırdan sevmedim, bulduğum yerden başladım. hayatımda yeni ve temiz bir sayfa istemedim. bu saçmalığa inanan hayalperestlere gülümsememi ikram ettim. onayladığım gülümsemeler değildi bunlar.

kimsenin ismi, sigaram kadar yakışmazken ağzıma, herkes kendi somut varlığını yükseltme gayesindeydi. modası geçmiş bir delikanlılıkla kimseye de haykırmadım sevdamı. çünkü içimde patlayamaya hazır yanardağlar olduğunu gazeteler aylar boyunca yazmıştı.

ve şunu da biliyorum ki;

herkes kendi şarkısını ezberleme derdindeyken, benim kendi melodilerimden bahsetmem, egoizm'i bi kenara bırakırsak, kendime unutturmaya başkalarına hatırlatmaya çalıştığım, hayalperestliğimden başka bir şey değildi.

02 Nisan 2010

sex or murder

üstünkörü içtiğin birada birazda ben vardım sanki. kahkahamdan arta kalan zamanımda, bunu sana da söylemiştim. 'evet' diye haykırmıştın sende, orospu kırmızısına benzer bir ruj vardı dudaklarında. şimdi yaşadığın her karanlığa gece diyorsun ya, hiçbir karanlık o geceye yanaşamazdı. sanki benim dünyam, kopkoyu karanlık ve senin orospu kırmızısı rujundan ibaretti..

ve gecenin geç vakitleri; ben senin terini içiyorum, ayrıca regl'in muazzam yanı bu olmalı, yerlerde vampir yemekleri. bir olay yaşanmış evet ama, seks mi cinayet mi kestiremiyorsunuz. belki ikisi birdendir.

unutma demiştim sana o gece; seks sonrası yanan sigara ucumdaydın sen. unutma 'birine şefkat duymaya başladığın anda, aslında fahişe olmaya başlamışsındır!' dinlemedin. sigaramda kaldın. söndürdüm seni. acımadım.

've lütfen içinden bir şehir geçtiğinde, sen ne yap ne et o şehirden bi daha geçme'

ve gecenin geç vakitleri; spermlerimi rimel olarak kullanıp makyajını yapıyorsun. belli belirsiz bir şarkı mırıldanıyorsun sanki bunu yaparken. çok eski bir şarkı. şarkının sesi gitgide uzaklaşıyor. evet gidiyorsun, ne öksüz ne de yetimim. sadece terkedilmek iyi bir şey değil, onu biliyorum.

ve yıllar sonra o boktan daireye dönüyorum. burda bir olay yaşanmış ama seks mi cinayet mi tam bilemiyorum, belki ikisi birdendir. senin orospu kırmızısı rujun hala masanın üzerinde duruyor, 'şimdi hangimiz fahişe' diye karaladığın küçük kağıdı buluyorum..

'içimden geçen şehirlerde ne arıyorum' diye düşünürken, tavsiyemde boğuluyorum.

burda bi olay yaşanmış ama seks mi cinayet mi belli değil. belki ikisi birdendir.

01 Nisan 2010

anahtar deliği

anahtar deliğinde masum mu,
sinsi mi dönüyor anahtar, hiç bilemiyorum.
bizi düşündüm dün gece yine..
neyse bunları boşverelim;
buzdolabını açınca ölümümle karşılaştım,
o an aklıma yıldırım düştü,
sende biliyordun bunu.
meğer herkes kendi kayboluşundan,
sorumluymuş dünkü sınavda!

tophane'nin yalnız sokakları

düşünmek ne zor şey;
Tophane'nin yalnız sokaklarında..
düşünen adam misali.
'Rodin' olsa kızardı belki bana
çocukluğumu anımsıyorum, anlatayım dur.
ayaklarım,
yetişmiyordu gaz pedallarına
babamın jiletleri vardı traş olduğum
ve o zamanlar cümleleri tersten okuduğumdan
aklıma geliyordu; 'traş neden şart?'
misketlerim ceplerimi deliyordu.
annem o zamanlar beni daha çok seviyordu
ve bende onu..
madeni paralarım vardı o zamanlar
kağıtlarla tanışık değildim.
tek derdim okula gitmemekti, bitmedi hala okulum
ellerim küçüktü,
ben o zamanlar sandalyelere çıkıyordum
yüzümü görmek için aynada.
ve o zamanlar ne burjuva vardı ne Marks
ne Das Kapital...
sadece bir oyuncağım vardı
hepsini kırdığım halde onu kıramadığım
ve bir arkadaşım,
salçalı ekmeklerimi paylaştığım..
o zamanlar annem giydirirdi beni
babam tutardı elimden; 'saçın çok uzamış senin'
o zamanlar yazlar, kışlar yoktu ki
tek mevsim vardı; çoçukluk.
o zamanlar ne kalem vardı ne kağıt
kollarım inceydi haliyle
bir terliğim vardı çok sevdiğim
terliği neden seversin? çocukluk işte..
ayrı bir dünyaya sesleniyorum şimdi
ihtiyar yansımalarımdan
dinliyorum çocukluğu..
sanki bi onlar çocuk olmuş!
bilmezsiniz o zamanlar gökyüzü kıpkızıldı
ben o zamanlar;
lunapark'ı Hollywood sanırdım
ve camilerden korkardım.
karanlıklardan koşarak geçer,
annemin öğrettiği tüm duaları ardısıra..
o zamanlar çarpışan arabalar vardı,
şimdi çarpışan umutlar..
o vakitler en korktuğum şey,
babamın tokadıydı
şimdi tokatlayanlar değişti baba!
hatırlar mısın,
dondurmalarım suratıma bulaşır,
bisikletimin zinciri çıkardı durmadan
balonlarım uçup giderdi hatırlar mısın baba?
baba elimi tutar mısın bu yaştan sonra?
ben senden uzunum ama,
ama yüreğimin boyu kısa
baba o zamanlar ne Hitler vardı ne Mussolini...
ben vardım ve ilkokul çantam
ve birde resim defterim
iki kuş bi güneş...
şimdi ise naftalin kokan umutlarım var baba
kayıplarımı anlatsana bana
balık olayım rakı şişesinde,
sen de oltanı uzatıp beni tutsana.